Home » GÜNDEM » Teknisist akıl kapitalizmin aklıdır

Teknisist akıl kapitalizmin aklıdır

Marksizm, insanların maddi yaşamlarını üretir ve yeniden üretirken birbiriyle girdikleri toplumsal ilişkilerin bilimsel-eleştirel analizini temel alır. Kapitalist toplumdaki herhangi bir sürecin analizi, kapitalist üretim ilişkilerinden başlamak zorundadır. Yalnızca neyin ne kadar üretildiği değil, kimler tarafından (toplumsal emek) kimlerin çıkarı için (sermaye) nasıl (artı-değer sömürüsü ve mübadele değerine dayalı meta olarak) üretildiği, bu süreçte ortaya çıkan sınıflar arası sömürü, hakimiyet, çelişki ve mücadele ilişkileri ve bunların tarihsel gelişim süreci ve doğrultusu ancak bu temelde açıklanabilir.

Meta fetişizmi ise, kapitalizmin gerçek toplumsal ilişki biçimlerini gözlerden gizler. Karşıt sınıflar arasındaki sömürü, hakimiyet, kar/toplumsal ihtiyaç ilişkilerini/çelişkilerini örterek, metalar arası ya da insanlarla metalar arası ilişkilermiş gibi görünmesine yol açar. Burjuva ideolojisinin de temelini oluşturan meta fetişizmi, toplumsal ilişki ve süreçleri, teknik süreçlere, neyin ne kadar üretildiğine ve bu ürünlerle insanların ilişkilerine indirger.

“Genel kural olarak, kullanılır mallar, yalnızca işlerini birbirinden bağımsız olarak yürüten özel bireylerin ya da birey gruplarının emeklerinin ürünleri oldukları için meta haline geliyorlar. Bütün bu özel bireysel emeklerin genel toplamı, toplumun emeğinin tümünü oluşturuyor. Üreticiler ürünlerini değişinceye kadar birbirleri ile toplumsal temasa gelmedikleri için, her üreticinin ürününün özgül toplumsal niteliği, kendisini ancak değişim işinde ortaya koyar. Başka bir deyişle, bireyin emeği, toplum emeğinin bir parçası olarak, kendisini, ancak, doğrudan doğruya ürünler arasında, ve dolaylı olarak bunlar aracılığıyla üreticiler arasında kurulmuş olan değişim eylemi olan ilişkiler aracılığıyla açığa vurur. Bunun için, bir bireyin emeğini öteki üreticilerin emeklerine bağlayan ilişkiler, üreticilere, aslında olduğu gibi, çalışan bireyler arasında doğrudan toplumsal bir ilişki olarak değil, tersine, kişiler arasında maddi ilişkiler ve şeyler arasında toplumsal ilişkiler olarak görünür. Ancak değişilmeleri sayesindedir ki, emeğin ürünleri, yararlanılan nesneler olarak, değişik varoluş biçimlerinden ayrı olarak bir tekdüze toplumsal biçimde değer alırlar.” (Marx, Kapital Cilt 1, s88)

Bu yüzden kapitalizmde konut sorunu da, insanlarla evler arasında ilişki sorunuymuş gibi görünür. Oysa tek bir konutun yapılmasında bile, 200’e yakın imalat sektöründen işçilerin, lojistik işçilerinin, inşaat işçilerinin, tüm bu üretim süreçlerinde kullanılan üretim araçlarını üreten işçilerin, toplumda yüzbinlerce işçinin toplumsal-bileşik emeği vardır. Konutlar bu toplumsal emeğin sömürüsünden gelen artı-değerle piyasada meta olarak satılacak, bu artı-değer müteahhit sermayesi, sanayi sermayesi, toprak sahibi, banka-finans sermayesi arasında kar, rant, faiz olarak paylaşılacaktır.

Konutun meta olarak piyasa vitrinine çıkmasıyla, arka planındaki tüm bu toplumsal emek/sömürü süreci gözden kaybolur. Şimdi ortada bir meta olarak konut, bir de onu satın almak isteyen müşteriler vardır. Diyelim ki bir işçi, bankadan 10 yıllık konut kredisiyle bir konut almış görünsün. İşçi bu konuta, kendi emekgücünü yeniden üretebileceği bir kullanım değeri olarak ihtiyaç duyuyor ama, konut meta olmaktan çıkmıyor. İşçi 10 yıl boyunca, o meta-konutun fiyatını (içerdiği artı-değer ve bunun içindeki fahiş faiz ve rant paylarıyla birlikte), ücretinin önemli bölümünü buna vererek, hatta belki bunun için fazla mesai yaparak ödemeye devam ediyor. Bu da işçinin 10 yıllık ücretinin yüklü bir kısmı ile meta olarak konut arasında ilişki gibi görünür. Oysa burada da evi satın almaya çalışan işçi ile, işçinin konut borcu nedeniyle onu daha fazla sömüren patronu, ve işçiyi soyan müteahhit, toprak sahibi ve finans sermayesi ile ilişkileri vardır.

Bunca toplumsal emek, sömürü, soygun, tahakküm ilişkilerinin gözden kaybolup, tek tek kişilerle konutlar arasında ilişkiymiş gibi görünmesi, toplumsal emeğin kendisiyle ve kendi ürünleriyle ilişkisinin, sermaye, meta ve işbölümü ile dolayımlanmasından kaynaklanır.

Bu yüzden insanların metalaşmış kendi emek süreçleri ve meta olan ürünleri, o insanların iradesinden bağımsız olan nesnelerin gizemli faaliyeti biçimini alır ve “onlar nesneleri yöneteceklerine nesneler onları yönetir.” (Marx, Kapital Cilt 1, s90)

Tıpkı işçi 10 yıllık krediyle ev satın almış görünmesine karşın, aslında o meta-evin işçinin 10 yıllık emeğinin önemli bir kısmını satın almış olması ve yönetmeye başlaması gibi.

2

Teknisist akıl, kapitalizmin aklıdır. Kapitalizm her türlü toplumsal-ekolojik süreci teknik süreçlere indirger. Her türlü toplumsal ve ekolojik sorunun teknik yöntemlerle çözülebileceğini sanır. Bu da meta fetişizminin bir boyutudur (teknik fetişizmi). Çünkü her türlü toplumsal ve ekolojik niteliğin, birincisi nicelikleştirilmesi, ikincisi teknikleştirilmesi, kapitalist hız, verimlilik ve kontrolün koşullarını oluşturur. Bu yüzden kapitalizmin teknisist aklı, topluma, insanlara, emeğe, canlılara, doğaya da teknik olarak dezayn ve kontrol edilecek nesneler gözüyle bakar.

“Biçimsel mantık bir illüzyon değildir, başta teknik ve politik gereksinmeler doğrultusunda doğmuş ve evrilmiştir. Onu zihnimizin olanaklı tek formatı olarak benimsemek yerine, asıl olarak mühendislik alanına ait görmek doğru olur. Bu en çok politikacılar için gereklidir, çünkü onların konusu milyonlarca insandır. Teknik mantıkla formatlanmış bir zihin, toplum mühendisi olmaktan kendini kurtaramaz, kitleyi istatistik veriye indirgemekten, insanları, hayvanları, ağaçları unsurlar olarak görmekten, onları kendilerine dışsal amaçlar doğrultusunda güdülecek objeler olarak tasarlamaktan kendini alamaz. Cinsiyet, ırk, dil, ulus gibi evrensel, din ve benzeri ideolojik ayrılıkları, topluca doğa ve toplum ayrılığını ister istemez keskinleştirir. Kendi yarattığı tam geçişsiz karşıtlığı ortak yaşama çevirmeyi düşünmek yerine, kuvvet kullanarak boyun eğdirmeye, yok etmeye ve sömürmeye eğilim gösterir. Teknik mantık, doğası gereği başkasını dışlaştırdığından ve dolayısıyla her ayrılığın kuvvet yoluyla çözülebileceğine kendini inandırdığından, Makyavelist ve emperyalist projelerle uyumludur.” (Mustafa Cemal, Hegel’in Kayıp Mantığı, belge yay. S25)

Ekolojik yıkım ve iklim krizi mi dediniz? Ah tabii süper teknik projelerle çözülüverecek bir meseledir.

Deprem yıkımı ve kent ve konut sorunu mu dediniz? Ah tabii teknik olarak halledilecek bir meseledir.

Şirket-devlet CEO’su, 6 Şubat depreminde yıkılan kentler yerine bir yılda yapılacağını ileri sürdüğü 300 bin konut için şunları söylüyor:

“İnşa edeceğimiz yeni yerleşim yerlerini jeolojik, jeofizik, jeoteknik, hidrojeolojik, sismo teknik, morfolojik incelemeler ışığında yürütüyoruz.” (27 Şubat 2023, basından)

Bunun üzerinde biraz duralım, çünkü bu ultra teknisist “çözüm” yaklaşımı Şehir Planlamacıları Odası dışında pek eleştirilip tartışılmadı. ŞPO da eleştirdiği bu teknik indirgemecilik ile pragmatist piyasacılık arasındaki bağı kuramadı.

Kapitalizm günümüz çürüme döneminde toplum ve siyaset bilimlerini, neden sorusunu soran açıklayıcı bilimleri bir bütün olarak kenara itti. Ya da daha kötüsü, toplum bilimlerini de pozitif bilimlerin tahakkümüne soktu ve her türlü bilimi tekniğe indirgedi. Erdoğan’ın sıraladığı havalı kavramlar, deprem bölgesindeki yerleşimleri ovalardan dağlara doğru kaydırmaktan ibaret (artık herkesin bildiği) teknik bir malumata geçirilen “bilim” efektinin ötesine geçmiyor.

Deprem/kent yıkımları sorununu toplumsal bir sorun olmaktan çıkarıp “teknik olarak güvenli konut” sorununa indirgeme eğilimi, toplumsal muhalefetin geniş kesimlerinde bile zemin bulabiliyor. Günümüz kapitalist eğitim ve algı sistemi, teknik konularda daha çok ilgi, bilgi ve beceri sahibi, ama toplumsal sorunlar konusunda daha bilisiz kuşaklar yetiştiriyor. Az çok bütünlüklü, tutarlı, derinlikli, açıklayıcı ve stratejik çözüm geliştirici bilgi anlayışı tümden ortadan kaldırılıyor, yerine yüzeysel, palyatif, günübirlik malumat ve her duruma göre yapboz edilebilecek teknisist akıl ve pragmatist piyasa çözümlerini üretme becerisi geçiriyor.

Efendim Japonlar 9.6 şiddetinde depremde bile binaların yıkılmadığı inşaat teknikleri kullanıyorlar. Öyle mi, peki 2011 deprem ve ardından tusunamide yaşanan Fukushima nükleer faciasında ölen en az 20 bin kişiyi, rüzgar ve yağmur bulutlarıyla radyasyonun taşındığı diğer bölgelerin tahliyesinde çok geç kalınmasını, radyasyonlu suların okyanusa salınmasını, radyasyonlu tarım-gıda ürünlerinin aylar boyunca satılmaya devam edilmesini, ve ardından kanser patlaması ve en az 30 bin insanın intiharını, nereye koyacağız?

Bu teknik fetişizmi, kapitalizmde bilim-teknolojiyi de kapitalist üretim/sömürü/kar/kontrol ilişkilerinin şekillendirdiğini görmezden geliyor. Ve farkında bile olmadan, şimdi kapitalist devlet iktidarının da bilim-teknik söylemlerinin arkasına saklanıp, yeni kanlı projelerini bilim-teknolojinin zorunlu ve kaçınılmaz kıldığı şeyler olarak pazarlamasına, mega kapitalist kentsel dönüşüm projelerini “doğa yasası” hükmüyle dayatmasına olanak tanıyor.

Deprem/kent yıkımı sorununu “teknik çözüme” indirgemek, depremi alenen piyasalaştırmak kadar tepki çekmiyor. Oysa, toplumsal sorunları teknikleştirmek, ultra pragmatist piyasa reçetesinin ta kendisi.

Toplumsal sorunların teknikleştirilmesi, meta fetişizminin bir türevidir. Çünkü burada da, toplum, toplumsal ilişkiler, kentler şeyleştiriliyor, insanlarla teknikleştirilmiş projeler arasındaki ilişkilere indirgeniyor. Teknik kavramların arkasında, bilimin değil ama piyasanın otoritesi sırıtıyor. Teknik, topluma ve doğaya dair her türlü ilişki ve sürecin “business’ın bir uzantısına dönüştürülmesi”nin bir kolaylaştırıcısı haline geliyor.

Kapitalist devlet iktidarının yapılacağını ileri sürdüğü konutlara ilişkin tüm açıklamaları şu 3 şeyden ibaret: Bir, hız (1 yıl). İki, nicelik (300 bin küsur konut). Üç, teknisist akıl.

İşte bu tam da kapitalizmin projeci aklıdır! Sorunun bu ele alınış tarzında, “çözüm”ün sermaye ve piyasada olduğu varsayımı da, daha baştan örtük olarak içerilidir. Sorunun nedeni, “çözüm” diye sunulmaktadır.

Çünkü sorunun konuluş biçimi, çözümden de ne anlaşıldığını belirler. Sorunun bu ele alış tarzında, insan yoktur, toplum yoktur, emek yoktur, doğa yoktur. Yıkılan kentlerin tarihsel, toplumsal-mekansal, toplumsal-ilişkisel, demografik, ekolojik, kültürel bir analizi yoktur. Depremzedelerin acil, kısa, orta, uzun dönemli gerçek toplumsal-ekonomik durumları ve ihtiyaçlarının bir analizi yoktur. Depremzedelerin, emekçilerin istekleri, beklentileri, duyguları, düşünceleri, katılımı yoktur.

Ya da eğer varsa, yalnızca tıpkı teknik olarak dizayn edilecek “projeler” gibi, bu projelere zorla uydurulmak üzere teknik olarak dizayn ve kontrol edilecek unsurlar olarak vardır.

Peki bilim-teknik önemsiz mi? Kuşkusuz çok önemli. Ama kapitalist sınıflı toplumda bilim-teknik hiçbir zaman nötr bir olgu, kendinden menkul bir mucize filan değil. Kapitalizmde emek üretkenliğini ve hızını, göreli artı-değer sömürüsünü ve kontrolünü artırmak için var. Toplumsal ihtiyaçlara değil kar ve piyasa sorunlarına çözüm üretmek için var.

“Kent hakkı”, kentleri yıkılan depremzedeler için bile zaten yok. Deprem konutu hakkı ise, deprem öncesinde kiracı olanlar için zaten yok, gösterilen yere gidemeyecek olanlar için yok, yatakhane rejimine gelemeyecek olan kalabalık yoksul aileler için yok, evi enkaza (yeni konutların fiyatının bir kısmına) sayılıp gerisini ödemesi istenecekler için ise, ancak “emekgücünü daha ucuza metalaştırma hakkı”na bağlı bir ihtimal olarak var.

Teknisist akıl, depremzedelerden ve diğer illerde deprem gerekçesiyle yerinden sürüleceklerden ancak şanslı olanların ucuz işçisi ve fahiş fiyatlara tabi müşterisi olacağı, projeci kapitalizmin; mega kapitalist kentsel dönüşümün aracı ve kılıfından ibaret. Mega kapitalist üretim ve iktidar ilişkilerini (el koyma, mülksüzleştirme, vahşi artı-değer sömürüsü, emek, insan ve doğa yağması, fahiş faiz ve rant payları, emek disiplini ve kontrolü vd) realize etmek için var.

Bu yüzden “bilim, bilim” diyenler, bilimi sınıflar üstü, nötr, kendinden geçerli soyut bir otorite olarak görmekten vazgeçmeli. Toplumsal ilişki ve süreçlerin, sorun ve çelişkilerin gerçek ve tutarlı açıklanması ve çözümü doğrultusunda, toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda, bağımsız sınıf mücadelesi temel ve ekseninde, kullanım değeri olarak bilimi; kapitalizmin teknisist aklına ve pragmatik piyasa çözümlerine indirgenmiş meta-biliminden net biçimde ayrıştırmalı.

Son bir not: Kapitalist devlet iktidarı, deprem bölgesinde ve İstanbul’da büyük çaplı mega kapitalist kentsel dönüşüm projeleri için, uluslararası sermayenin koşullu proje yardımlarını, TÜSİAD’ı ve liberal kesimleri ve tabii ki seçimleri de gözeterek, oluşturacağı deprem uzmanları konseyine birkaç uluslararası ve mesleki itibar sahibi deprem uzmanını da alacak. Ancak örneğin depremzedelerin toplumsal ihtiyaçları için hiçbir zaman, Şehir Planlamacıları Odası, TTB gibi meslek örgütlerinin de olduğu bir toplumsal konsey olmayacak. Bu yazı bu gözle de okunmalı.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

*