1- Onunla, polis tazyikli su sıkmaya ve gaz bombası yağdırmaya başlamadan 5 dakika önce DİSK kortejinin önüne çıkmış, tek başına “Yaşasın 1 Mayıs, yaşasın işçi sınıfı, yaşasın mücadele!” diye slogan atarken karşılaşıyoruz. Sendikasız, orta yaşlı, sağlık sorunları da olan, bir kadın tekstil işçisi. “Patrona, 1 Mayıs resmi tatil hakkımı kullanacağım, dedim.” diye geliş hikayesini anlatıyor. “ 1 Mayıs’a mı gideceksin, dikkat et, çukura düşme, dedi. Adama bak, ben zaten ölmeye gidiyorum diyorum, o bana ne diyor!” Gaz bombalarıyla kesilen bu sohbet sürecek olsaydı, ona Taksim 1 Mayısının anlamını da soracaktık. Ama o zaten sorulabilecek tüm sorulara yanıt vermişti. Belki, “Adama bak, ben ölmeye geldim diyorum, o bana hala Taksim 1 Mayısı’nın anlamını soruyor!” diyecekti. Bu küçük anektod, Şişli’de ön saflardaki bir işçiyi anlatmakla kalmaz, sayıları ne olursa olsun işçi sınıfının Taksim 1 Mayısı ruhunun özü ve özeti niteliğindedir.
2- Taksim çeperindeki eylem ve çatışmalara, tahminen 10 bine yakın kişi katıldı. Eylemcilerin sınıf bileşiminin ağırlığını işçiler ve yarı proleter ağırlıklı öğrenciler, kent yoksulları oluşturuyordu. İşçilerden, yalnızca sendikalı işçileri anlamak büyük bir darlık olur. Bunun için basına yansıyan yaralıların sınıf bileşimine bakmak yeter: Siyasal bir örgüte ya da sendikaya mensup olsun veya olmasın, yüzde 70’i işçidir. Eylemcilerin bileşiminde dikkat çeken değişimlerden biri de, kadınların, özellikle de genç kadınların özgül ağırlığındaki artıştır. 4-5 yıl önceki Taksim 1 Mayıs sokak eylemlerinde epey azınlıkta kalan kadınlar, bu yıl ki eylemlerde yarıya yakındı. Çeşitli siyaset ve gençlik örgütlerinin kitlelerini yönlendiren sorumlu kademelerindeki kadınların sayısında da hissedilir bir artış vardı. 1500- 2000 kişi civarında Kürt yurtsever de Çağlayan’daki eylemlerin asli gücünü oluşturdu. Ve tabii gençler. Sokak eylemlerinde her yaş ve kuşaktan insan olmakla birlikte, ağırlık çok belirgin biçimde gençlerdeydi. Yine 4-5 yıl önceki eylemlerle kıyaslandığında, eylemci profilinin biraz daha gençleştiği söylenebilir. Taksim 1 Mayıs’ının bu sınıfsal, toplumsal, cinsel, ulusal bileşimi, öne çıkan siyasal-toplumsal mücadele dinamiklerinin ve bundaki dönüşümün tam bir ifadesidir.
3- Sokak eylemlerinde bireysel ya da küçük gruplar halinde gelen siyasal ya da sendikal olarak örgütsüz bir kesim yine vardı. Ancak barışçıl 1 Mayıs’lara göre daha düşük bir orandaydı. Taksim 1 Mayısının militan karakterine uygun olarak, bir noktaya kadar az çok mücadeleci sol sendikalar, fakat asıl olarak da sokak militanlığı ve direniş geleneğine sahip devrimci örgütler öne çıktılar. Sendikalar içinde, özellikle de yakın dönemde ya da halen sıcak grev ve direnişler içinden gelen (Hava-İş, BTS, Enerji-Sen, Nakliyat-İş, vd) sendikaların direnişçi işçileri, yanısıra çok sayıda örgütlenme, eylem ve direnişlerde öncülük deneyimine sahip sendikal kadrolar ve öncü işçiler öne çıktı. DİSK, KESK ile Türk-İş’in muhalif görünümlü sendikalarının sınırları belliydi. Her şeye karşın anlamlı bir duruş sergilemeye çalıştılar. Her zaman olduğu gibi onların bıraktığı, dağıttığı ya da sıkıştırdığı yerden direnişi deneyimli devrimci (ya da devrimci geçmişe sahip) siyasal sendikal kadrolar, direnişçi ve öncü işçiler sürdürdüler. Şişli ve Beşiktaş’taki sendika kortejlerinde, belli barışçıl grev, direniş, mitinglere katılmış olsalar da, bu tür militan eylemlere ve devlet şiddetiyle karşı karşıya gelmeye hiç alışık olmayan bir “beyaz yakalı” işçi kesimi de vardı (THY, banka, çağrı merkezi, kültür-sanat işçileri, hekimler, mühendisler, genç kuşak sağlıkçı ve öğretmenler, vd). İlk deneyimlerini yaşadılar. İlk gaz bombardımanı altında kaldıklarında epey bir şaşırıp bocaladılar. Eylemlerden saatler sonra, halen yarı travmatik bir şaşkınlıkla yaşadıklarına inanamayan, anlamalandırmaya çalışanlar vardı. Eylemler sırasında içlerinde ve çevrelerinde deneyimli insanlar olduğu ölçüde bu ilk eşiği aştılar. Bu tür eylemlere yaşam ve düşünce tarzı itibarıyla alışık olmayanları ve ilk kez katılanları önceden kafaca ve ruhça hazırlamak, eylem sırasında da yanlarında olmak önemlidir, fakat yetmez. Eylemden sonra da, (genellikle “nefes alamadım, öleceğimi sandım” diye başlayan) anlatımlarını ve yaşadıklarını anlamlandırma çabalarını paylaşmak ve destek olmak bu ilk eşiği daha sağlam biçimde aşmalarını sağlamak açısından da önemlidir.
Siyasal örgütler içinde ise, devrimci militan bir gelenekten gelenler ve sokak savaşımı deneyim ve becerisine sahip olanlar, belirgin biçimde daha organizeydi. Dosdoğru savaşmak için gelinmişti, gruplar halinde yarı askeri eylem disiplini ve organize hareket inisiyatifi yüksekti. Kendi dar grup eylemi dışında hiçbir şeyi gözü görmeyen de vardı. Kendi güçlerinin ötesinde diğer gruplardan dağılmış kitleleri de toplayıp ileri çekmekte öncü bir rol oynayan da. Yalnız bu kesimler de, eylemciler içinde önemli yer tutan, bu tür eylemlere ilk kez katılan ve örgütlü eylem disiplinine alışık olmayan en gençlerin ivecenliklerine hakim olmakta ve yönetmekte yer yer zorlandılar. Dikey bir derinliği olmayan, merkeziyetçi yapısını sulandırmış, çevresel bir platform biçimine dönüşmüş hareketler ise daha gevşek ve dağınık bir görünüm verdiler. Belli kadroları ön saflarda savaşırken, ilk kez katılan ya da çevreselleşmiş kitlelerinin geride durmasına, her saldırıda dağılmasına engel olamadılar. Bu kesimlerin öne çıkıp aktif savaşıma katılmasa da her şeye karşın Taksim 1 Mayısına gelmesi, gaz vbyi göze almış olması önemlidir. Fakat önderlik ve iç örgütlülük sorunları da aşikardır.
4- Düşük yoğunluklu sokak savaşımı donanımı 4-5 yıl öncesine göre belirgin biçimde daha yüksek ve yaygın biçimde kullanıldı. Standart sanayi sapanları, bilye torbaları, taş, yer yer molotof ve havai fişek, gaza karşı maskeler, limon ve süt, sıcağa karşın daha korunaklı giysiler, vd. Kademeli, önlü arkalı gerçek barikat kurma, bunun için yer seçimi ve mevzi oluşturma, önde arkada ve yanlarda gözcüler, gibi konularında ise, ancak bir iki saat sonra polisin iş makinaları getirerek ve takviye kuvvet alarak yıkabildiği birkaç iyi örnek dışında, halen bir acemilik var. Polis uzun dikey ve yatay düz yolların olduğu, çöp konteynırı dışında bir engelin olmadığı alanlara daha kolay girebiliyor, yandan ve arkadan çevirebiliyor. En çok gözaltı ve yaralanma polisin aynı anda hem önden, hem de göstericilerin çekildiği yan sokaktan saldırıp sıkıştırdığı yerlerde yaşandı. Daha dar, dolambaçlı ya da engebeli sokaklara, alana hakim mevzilere ve sağlam kurulmuş barikatlara ise kolay kolay giremiyor. Gazın ilk kez ya da aşırı yoğun maruz kalanlar dışında, az çok deneyimli göstericiler üzerinde kendi başına fazla bir etkisi yok. Bir çok yerde gaz bulutu içinde soluk alamaz hale gelinceye kadar çekilmeden savaşım sürdürüldü. Yine bir çok yerde gaz bombalarına karşın kitle dağılıp çekilmeden soğukkanlılıkla eylemini sürdürdü. Bir gaz bombasıyla dağılan ve kaçışmaya başlayan deneyimsiz kesimler içinse, içlerinde veya arkalarında da deneyimli bir eylemcinin bulunması, soğukkanlılık telkin etmesi, ön tarafta ne olup bittiğinin yüksek sesle bilgisini vermesi, yönlendirmesi, yeterli oluyor. Zaten gazın açık alanda deneyimli, maskeli ve örgütlü eylemciler üzerinde fazla bir fizik ve psikolojik etkisinin kalmaması nedeniyledir ki, polis bu etkiyi kuvvetlendirmek için gaz kapsüllerini doğrudan kitlenin üzerine ve nişan alarak atıyor, ses bombası gibi yöntemler kullanıyor. Bu bir tedirginlik yaratıyor, fakat bu nedenle gelişigüzel koşmak da daha fazla hedef haline gelmekten başka bir şeye yaramıyor. Bundan korunmanın yolu, polisi yaklaştırmamak, siper almak, gerektiğinde çekilmeyi polisi ön tarafta yavaşlatacak biçimde yapmak, hava sıcaklığı ne olursa olsun korunaklı giyinmek, açıktan koşmak durumunda kalındığında da kafayı kollarla korumak. Bir dizi ülkede göstericilerin kullandığı taşıması hafif prefabrik kalkanlar da yakınca görülecektir.
5- Taksim 1 Mayısı, işçi sınıfı hainlerini, devrim düşmanlarını, onların yanısıra mücadele kaçkınlarını ve yalpalayanları da, daha bir açığa çıkardı ve teşhir direğine çiviledi. Hak-İş, Taksim için mücadele eden binlerce işçi ve emekçiye vahşice saldıran burjuva hükümet ve polisinin özel izniyle, Taksim’e “çıkıp” davul zurnayla göbek attı, polise dondurma ve çiçek dağıttı! Türk Metal, Beşiktaş eylemine katılırmış gibi yapıp işçiler gaz ve cop yerken bir çay bahçesinde oturup zevkle seyretti, işçilere vahşice saldıran polislere çay, kola ısmarladı, sarmaş dolaş muhabbet etti. ADD ve İP çeteleri, Taksim’e gidenleri “bölücü, terörist” ilan ederek, mücadele eder göründüğü AKP ile şıp diye buluştu. TKP, Kadıköy’e sıvışıp mücadele eder göründüğü AKP’ye tam icazet ve destekle kendi sarı 1 Mayıs’ını kutladı, grev kırıcı yüzünü kustu. Taksim yasağından sonra “1 Mayısı yerellerde kutlama” kararı alan Birleşik Metal ise, bazı yöneticileri ve temsilcilerinin varlığına karşın Taksim eylemlerinde pankartı ve korteji olmayan tek DİSK sendikasıydı. Bu, Maden-İş ve Taksim 1 Mayıs geleneğinin başlıca temsilcilerinden olduğu iddiasındaki Birleşik Metal için, tam da metal işçilerinin TİS sürecinin en kritik kademelerinde, kötü bir sinyaldir. BDP ise önce barış ve müzakere sürecine ters düşeceği gibi bir gerekçeyle yasaklanmış Taksim 1 Mayısına katılmayacağını açıkladı. Belli bir tereddüt yaşayan diğer HDK bileşenlerinin daha sonra Taksim 1 Mayısına katılma doğrultusunda net tutum alması, sendikalardan ve BDP’nin kendi tabanından gelen basınçla birlikte, ciddi bir sıkışma yaşadı. BDP’nin sonradan Taksim 1 Mayısını, yaralılarını sahiplenme çabası, Sırrı Süreyya’nın “barış, kardeşlik, emek bir bütündür” türünden açıklamaları, DİSK’i 1 Mayısı DİSK binasına sıkıştırmakla eleştirmesi, aslen devrimci ve sol hareketten, sendikalardan ve kendi tabanından gelen bu basınç karşısında yaşadığı sıkışmayı örtme çabasıdır. Kürt ulusal hareketinin uzak durmaya çalıştığı Taksim 1 Mayısına katılmak ve sahiplenmek durumunda kalması her şeye karşın bir kazanım olmuştur, ancak bu geriye çekme ve yalpalamanın sınıfsal ve siyasal karakterinden sonuç çıkarması gereken de ona yedeklenenlerdir.
6- Eylemin içeriğinde belirgin bir zayıflık vardı. Yalnız bu tabii ki, Kadıköy’deki sarı 1 Mayıs ve teslimiyetçiliğinin üstünü örtme çabasındaki TKP’nin, “yasak ve çatışma olunca içerik kayboluyor, bizimkisi içerikli 1 Mayıs’tı” türünden rezilce demogojisini yaptığı türden bir zayıflık değildi. Biz, 1 Mayıs’ta CHP’li gençlerin, “antikapitalist müslümanlar”ın, muhalif futbol taraftarlarının, sendikaların bile gerisine düşen aristokrat-şovenist TKP’nin o sarı 1 Mayısının sarı içeriğinin ne olduğunu çok iyi biliyoruz. TKP’nin “kimseye farkettirmeden ‘devrim’ yaptığı” ünlü filminde olduğu gibi, bir devrimci durumda işçiler ve komünistler silah elde iç savaşı sürdürürken, tüm mücadele kaçkınlarını -bu kez muhtemelen Yenikapı’daki miting meydanında- toplayıp devrime de izinli bir içerik kazandıracağı anlaşılıyor!! Burjuva devletin işçi sınıfı ve toplumsal muhalefete yasağına, hak ve özgürlük gaspına, bastırmacılığına, zoruna karşı – tabii ki kimsenin TKP şeflerinin ‘içerik’ten anladığı tarzda gevrek nutuklar atmaya kalkmayacağı- militan sokak eyleminin icazetçi olmayan kendi dili vardır. Orada gaz bombalarına, plastik mermilere, tomalara karşı ifade özgürlüğü demir bilyelerle, molotoflarla kullanılır. Orada toplantı ve gösteri özgürlüğü barikatlarla, taşlarla sağlanır. Ve orada içerik, sokak inisiyatifiyle, sokakları özgürleştirerek, sokak savaşımlarında özgürleşerek yazılır. Ve bu içeriğin en gerisi bile, TKP’nin grev kırıcılığından fersah fersah ileridir. Geçelim.
Taksim 1 Mayıs’ındaki çoğu örgüt ve sendikanın antiemperyalist ulusalcı, antifaşist halkçı demokratizm, ve bunların da içine geçmiş burjuva demokrasisini idealize eden karakteri gereği, antifaşist, anti-AKP’cilik ile sınırlı sloganlar yaygındı. Kürt sorununda neoliberal reformist barış sürecinde, AKP’ye de faşist diyemez hale gelen bir dizi hareket, devletin Taksim yasağı ve bastırma çabası ile yine “faşizm” tespitlerine sarıldılar. Bununla birlikte başlangıçta sendikaların, direnişteki işçilerin varlığı, 1 Mayıs’ın tarihsel-sınıfsal anlamıyla, sınıf ve sosyalizm sloganları da atıldı. Sendikalardan koparak sokak içlerine doğru çekilindiğinde de “yaşasın sınıf dayanışması”, “yaşasın devrimci dayanışma” sloganları birlikte atıldı. Bankaların, tekelci mağaza ve restoran şubelerinin, bazı holding plaza girişlerinin tahrip edilmesiyle, tekelci sermaye ile baskı aygıtları arasında sembolik bir bağ da kurulmuş oldu. Ancak işçiler sendikalarla sınırlı olmamasına, çoğu örgütün ve gençlik örgütünün de tabanında işçiler ve işçileşmenin artan varlığına karşın, işçi sınıfından anlaşılan halen daha ziyade sendikal mücadeleydi. Devrimci proleterler ise devlet ve polis saldırılarına karşı da “kahrolsun burjuva diktatörlüğü” sloganını, her türlü köleliği kaldırmayı hedefleyen “komünist devrim” sloganını yükselttiler. Çatışmalarla özgürleştirilen sokaklarda, Yurtiçi Kargo şubesine direnişçi işçilere proleter devrimci özgürleşme selamı yazısı da anlamlı anektodlarındandı.
Taksim 1 Mayıs değerlendirmesini çeşitli dergilerden okuyunca iki nokta önem kazanıyor. Birincisi bu 1 Mayıs’ta sınıf tavrı sadece kazanılmış olan Taksim mevzisini korumak için değil hemen ertesi gün dahil sınıfsal ve demokratik talepleri yükseltebilmek, kentin merkezlerinden işçi sınıfı ve kent yoksulları olarak süpürülmeye karşı da Taksim’de olmaktı/çıkmaktı. Bu anlamda Taksim ısrarını bırakalım 8-10 bin kişi, daha az kişi bile gösterse bu sınıf tavrını ifade ederdi. Dolayısıyla “marjinal edebiyatı”, “alan fetişizmi” edebiyatı boşa düşer. Ve ama tabiki bu edebiyatı boşa çıkarmak için de işçilerin mekan savaşımının önemini sürekli vurgulamak ve eylemde göstermek gerekir. Özellikle de Taksim ve Kadıköyün artık miting gösteri alanı olmayacağının açıklanmasından sonra bunun önemi katbekat artmıştır. Işçi sınıfı ve her tür talep açısından yeni bir sınav olmuştur. (İdris Naim Şahin’den daha kötü içişleri bakanı olamaz diyenler artık kapitalizmde her “malın” daha kötüsü vardır’ı görebiirler). Kadıköye sığınan TKP olsun, alan fetişizmi diye her zaman Taksim ısrarını sınıf dışı göstermeye çalışan EMEP olsun hatta 1 Mayıs haberlerini bile doğru dürüst vermeyen Kürt medyası olsun bu gerçekle yüzyüzedir artık.
İkinci nokta ise marjinal değiliz, işçiyiz’i savunmakla sınırlı kalınırsa gözümüze perde çekmiş oluruz. Geçen sene Taraf gazetesi İstanbul 1 Mayısı için meğer herkes işçiymiş diye dalga geçen bir manşet yazmıştı. Bu sene 1 Mayısa Taksim ısrarıyla katılanlar tabiki işçiydi, kent yoksuluydu. Sınıf konumu itibariyle uzaydan gelmiş değillerdi. Ama Taksimle ilgili değerlendirme ve anlatımlar genellikle demokratik sınırlarda kalıyor. Devletin marjinalsiniz söylemine karşı savunma sınırlarında kalıyor. “İşçiydi ama sendikalı değildi, sendikalı işçilerle sınırlı düşünmek darlıktır” deyince de bu sınırlılık ortadan kalkmıyor. Taksimdeki son 1 Mayıslara katılım 200.000-300.000 oldu. Bunların bir kısmı, hatta önemli bir kısmı Taksimde 1 Mayısa devletin saldırma ihtimalinin olmamasının etkisiyle gelmişlerdi. Böylece her koşulda Taksime çıkma kararlılılığında olanların dışında genişleyen sınıf kesimleri, türlü çeşitli demokratik talepleri olan kesimler, çoluğuyla çocuğuyla 1 Mayısa katılmışlardı. Bu sene ise devlet inşaat var deyince, o da kesmedi gelmeyin saldırırım diye el artırınca katılım sayısı 8-10 bine düştüyse burada bir sorun vardır. Bunu sorun etmemekte ise daha büyük sorun vardır. Bu 8 bin kişi işçiyse ötekiler neydi 🙁 Onlar sadece demokratik kimlikleriyle mi 1 Mayıs alanına çıkmıştı. (Her yıl 1 Mayıs öncesi bazı siyasetlerin yaptığı kurultaylarda o senenin direnişçileri çıkarılır konuşturulur ama önceki yılların direnişçilerinden konuşmacı olarak bile eser yoktur. Bir anlamda hazırdan yenir. Bu da biraz ona benziyor)
Devlet bu tavrıyla kendi ayağına sıkmış olduğunu bizzat kitle eylemleriyle hem de bu 1 Mayısa devlet zorundan dolayı katılmayanların da katıldığı, buna zorunlu olduklarını gördüğü sınıf kitle eylemleriyle görecektir. Bu defa devlet inşaat var müsait değil açılışını yaptıktan sonra geri çekilmeyecekti. Hem genel olarak kitleleri meydanlardan süpürmek gibi genel bir hedef hem de Taksimde 1 Mayısın açık bir anti AKP gösterisi olmasından ürktü. Barış söylemi yine olacaktı 1 Mayısta ama sınıf işin içine girince hükümet direk AKP’nin hedef olacağından ve Kürtler cephesinden de aşağıdan basıncı devam ettirme zorunluğu olduğundan resti çekti.
Tabii ki hayat hükmünü yürütür, mücadele talepleri şişeye sığmaz. Sonuç olarak 1 Mayısın neşeye boğulmaması da akil 1 Mayısın olmayacağının gösterilmesi de hanemize yazılır ve gelecek köprüsü mücadeleyle kurulmuştur bir kez daha. Ama sol adına değerlendirme yapanların da kendi sınırlılıklarını görmesi gerekir. O da şu ki, sınıf hareketinin genellikle gönül gözüyle abartılan seviyesi, özellikle de çok zayıf olan siyasal donanımı bu tür kesin saflaşma durumlarında geri adım olarak kendisini ortaya koyuyor. Asıl yüklenmeyi buraya yapmak, bunun altını çizmek gerekiyor. EMEP tarzı olmayan, 1 Mayısın sınıf hareketindeki yeri değerlendirmesini yapmak gerekiyor. Burada da dengeleri doğru koymak gerekiyor. Misal Birleşik Metal İstanbul 1 Mayısında yoktu. Olmalıydı. En azından gözle görülür militan bir grubu çıkarmalıydı oraya. Pankartını dikmeli metal patronlarının gözüne sokmalıydı. Özellikle de grevin suyunun ısındığı, Türk Metalin bile kolayca satamadığı şartlarda o bayrağı en azından DİSKin önünde çıkarmalıydı. Bunu yapmamakla sadece 1 Mayıs için yanlış yapmakla kalmadı daha kötüsü toplu sözleşme ve grev için de tehlikeli bir sinyal verdi ki o sinyal zaten hep vardı. Ama Birleşik Metal sadece Taksime odaklanıp Gebze ve Bursa’dan az ya da çok feragat mı etmeliydi? Bu kesinlikle yanlış olurdu sendikal açıdan. Gebze ve Bursayı Türk Metale terketmek olurdu ki sonradan bunun faturasını da ödemek zorunda kalırdı başka bir biçimde. Bunları gözönüne almadan yapılan değerlendirme de sırtında yumurta küfesi olmadan, sadece elindeki sınırlı güçleri alana getirmek ve oradaki savaşımı gerçekleştirmekle, o darlıkla yapılır. İlk anda özellikle devletin klasik marjinal edebiyatına cevap vermek zorunludur. Ki hey tekstil, kazova tekstil işçileri Dilan bizim kızımız, işçiyiz diye meydana çıkarak bunu sınıf direnişçileri içinden yaptılar. Ama sol olarak sadece buna sığınılır ve geri kalan 200.000 kişi nerede, hadi 150.000ini saymayalım -nasıl saymıyorsak- 50.000 işçi nerede ve onları ileri çekmek için ne yapmak gerekiyor diye sorulmazsa bu da cepten yemek olur. Ve bu anlamda hanesinde nispeten daha fazla deneyim olan kent yoksulu devrimci demokratik hareketlerin de ön plana çıkması kaçınılmaz olur. Kent yoskulu devrimci demokratik hareketler 1 Mayısa deneyimleri ile bir artı koydular. Sosyalist olduğunu söyleyen yapıların değerlendirmelerinde de bu kent yoksulu demokratik hareketlerle neredeyse aynı kendine dönük söylem olunca (ki bunun sebepleri de var ve anlaşılır, gereklidir de), sınıfın genel durumu ile ilgili bakış açısı ve sorgulamalar olmayınca o zaman sizin misyonunuz ne sorusu doğuyor.
Bir de Beşiktaş tarafında CHPnin de varlığıyla medya buraya biraz daha odaklandı. Şişli cenahı daha fazla ara sokaklar üzerinden marjinallikle biraz daha kodlandı. Beşiktaş ise hem ara sokak hem de merkezi alanı biraz daha kullanmasıyla da öne çıktı. Devletin alanda geri çekilmişken valinin emriyle olduğu söylenen son saldırdığı Beşiktaştaki final saldırısı da buna işaret olarak görünüyor. Ara sokak-meydan ilişkisini, dengesini daha fazla kurmaya ihtiyaç var. işçi kitleleri ile sol örgütler arasındaki köprüyü de korumak veya kurmak açısından.
Eylemin içerğinde belirgin zayıflık derken bunları kaybetmemek gerekiyor. Kitlesellik de içeriktir. İşçilerden sadece sendikalı işçileri anlamayalım ama zaten sendikalı işçilerin oranını biliyoruz. Onları çıkarınca rahatlayamayız. O yüzden bu ölçek çok yetersizdir. AKPnin hedef olmasında hele bu 1 Mayısda hedef olmasında, sadece onunla sınırlı kalmamak kaydıyla ki sorun orada zaten, yanlış bir şey yok. Recep tazyik erdoğan esprisi, bırakın da seçmenin yarısının oyunu alan AKPnin karizmasını biraz daha çizsin…