Home » GÜNÜN İÇİNDEN » Şehrin tiyatrosunda bir işçi oyunu

Şehrin tiyatrosunda bir işçi oyunu

Yeni sezon da İstanbul Şehir Tiyatrosu ve İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun repertuvarına aldığı oyunların bir kısmı belki de hepimiz gibi benide şaşırttı. Burjuvazi tiyatro sahnelerini yıkmayı, tiyatroyu sermayeleştirmeyi hedef edinmişken, toplum için değil sermaye için sanatı sloganlaştırmışken ve geçtiğimiz yaz tiyatrocular tiyatro sahnelerine siper durmuşken yeni sezonun oyunları bu şaşırma halini bize yaşattı. Vasıf Öngören‘in Zengin Mutfağı, Duşan
Kovaçeviç’
in Dar Ayakkabıyla Yaşamak’ı ve diyalektik tiyatronun kurucusu Bertolt Brecht’in, Sezuan’ın İyi İnsanı oyunları başlıca şaşırma nedenlerimizdi.

Tiyatrolar hala bağımsızlığını sürdürüyormuydu? Tiyatrolar hala esir alınamamışmıydı? Her iki tiyatro da devletin kurumuydu, devlet kapitalistti ama nasıl oluyor du?… Bu soruların ardı arkası gelmez, gelmesinde. Bence bizler bu soruları düşüne duralım…

Geçtiğimiz günlerde politik tiyatro rotası içinde gördüğüm, Sırbistan’lı yazar Duşan Kovaçeviç’in Dar Ayakkabıyla Yaşamak adlı oyununu M.Nurullah Tuncer rejisinden izleme fırsatım oldu. Yazarın sizlerinde anımsayacağı “İntiharın Genel Provası” , “Buluşma Yeri” ve “Profeyonel” adlı oyunları da Şehir ve Devlet Tiyatrosunda geçtiğimiz sezonlarda sahnelenmişti. Duşan Kovaçeviç’in son izlediğim oyunu ”Dar Ayakkabıyla Yaşamak” üzerine izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istedim.

Oyunun ilk perdesi fabrika olarak dekore edilmiş bir sahnede geçiyor. Çalıştıkları fabrika da direnişe geçen beş işçi direniş alanı olarakta fabrikayı kullanıyor. Direnişlerine dönük herhangi bir saldırıyı püskürtmek içinde fabrikaya çok miktarda patlayıcı yerleştiriyorlar. Ve böylelikle patron tarafından gelişebilecek direnişi kırma çabasına karşılıkta bunu bir tehdit olarak gösteriyorlar. Uzun soluklu bir direniş sürecinin ardından direnişlerinin yeterince ilgi görmediğini ve koşullarını hala değiştiremediklerini düşünen işçiler son olarak çareyi açlık grevinde buluyorlar. Açlık grevi sürerken fabrikaya patronun arabulucusu geliyor ve işçileri ikna çabasını daha önceleri yaptığı gibi sürdürüyor. Tabi aynı arabulucu işçilerin karşısında zaman zaman da kendi iç çelişkilerini yaşıyor. Oyunun birinci sahnesi boyunca direnişçi işçilerin izleyenler gözünde yarattığı duygu durumu bende umutsuzluk, bitkinlik ve direnişlerine yabancılaşma oldu. İşçilerin burjuvazinin saldırısına karşı direnişe geçmeleri, direniş yeri olarak fabrika yakınlarında çadır kurmak gibi geri bir mevzi benimsemek yerine direnişi üretim alanlarının içinde varetmeleri oldukça anlamlı ve izleyene oyunun bütünü dışından bakarsak öğretici görünebilir. Ama sürdürülen bir direniş var ve direnişteki işçiler artık yorulmuş, işte bunu görmek ”ne haldeler görüyomusun?” üzüntüsünden başka bir şey ne yazık ki katmıyor izleyene.

İkinci perde sahnede sergilenen oyunun belki de en yükseldiği anları içinde barındırıyor. Sahne artık bir fabrika değil yarışma stüdyosu. Sermaye tarafından işçilere TV’de bir yarışma programı öneriliyor. Programın ana teması açlık grevinde olan işçilerin hayatta kalmaları üzerinden kazanç elde edebilecekleri, tabi yarışmanın ödülünü en son hayatta kalacak işçi kazanacak. Direnişteki işçilerin iç çelişkilerini, kendilerine ve birbirlerine yabancılaşmalarını, rekabet içine girmelerini, sermeyenin önlerine koyduğu çözümü benimsemelerini ön plana taşıyor. Direniş, açlık grevi ve işçilerin ölümleri üzerinden bile kar elde etmeyi amaçlayan sermaye fikri kulağa yabancı gelmiyor ve bu derinlikten bakanlarımız açısından bir anlam ifade ediyor. Yarışma kurgusu işçilerin direnişte birlikte ölmeyi göze aldığı işçi arkadaşını satmayı, ödülü kazanabilmek için arkadaşının geri yaşam tarzını yüzüne vurmayı, herkes ölüp kendisi hayatta kaldığında ödülü kazanacağı için her yolun mübah olduğu, çözümün artık süregelen direnişte değil yarışma sonunda hayatta kalıp büyük ödülü almakta olduğunu verdiği anların bütünüyse yazıksamaktan ve içten içe sinirlenmekten öteye taşımıyor bizleri. Yarışma yüksek reyting alıyor, işçilerin hepsi ölüyor ve sermaye kasasını şişiriyor. İşçiler öldükten sonra gidilen yerde huzur buluyor, artık perişan halde değiller, yakınmıyorlar ve sızlanmıyorlar. Oyunun başından beri nasırlı ayaklarını sıkan ayakkabılarını bile çıkarıp atarak büyük bir rahatlama yaşıyorlar. Peki ne oldu, işçiler cennete mi gitti? Gerçek kazanım işçilerin öldükten sonra gittikleri taraftamıydı? İşte bunlar kulağa pek hoş gelmiyor, en azından benim kulağıma pek hoş gelmedi. Ve oyunun gidişatı bu sahnede de tavan yapıyor ve işte size politik tiyatro deme telaşı içerisinde mi yoksa başka bir nedendenmidir 1 Mayıs‘ın sürdüğü ve süreceği izlenimini vermeye çalışan bir şarkı giriyor devreye. Bir ara ölü işçilerin ellerinde bulunan ve kefeni andıran beyaz bezlerden ortaya bir pankart çıkacağını da beklemedim değil ama o pankartta yazanın ne olacağı konusunda oldukça büyük bir kaygı yaşadım.

Sahnenin belirgin dönüşüm yaşadığı fabrikadan yarışma stüdyosuna geçiş bence izleyene sermayenin kar hırsından öte örgütsüz, kendiliğindenci, sınıf olma bilincinden yoksun işçilerin ta kendisini anlatır bir kurguya sahip. Oyunu izleyipte ertesi gün karşılaşacağımız bir direnişe ve direnişteki işçilere nasıl bakarız ve nasıl yaklaşırız, bende kaygı verici
düşüncelere yol açıyor. Oyunda hakları için mücadele eden işçiler vardı ve bu işçilerin hayatları üzerinden bile kar elde etmeyi amaçlayan bir burjuva sınıfı, işçiler egemen sınıfın çözümünü kabul etti. İşçiler yarışma ödülü için birbirini yedi, duyarsızlaştı, birbirini yalnızlaştırır oldu. Ve sonuç olarak öldüler ama asıl şimdi özgürdüler, cennete gittiler ve cennet onlar için kazanım oldu. Oyun başka bir bakış açısıyla yorumlanamazmıydı?, tabi ki yorumlanabilirdi. Ama adı üstünde ya politik tiyatro ama politik tercihlerde rejinin gözünden kaçmış olsa gerek.

Oyunculukları eksileme lüksünü kendimde bulamıyorum. Bunun iki nedeni var sanırsam, birincisi oyunculardan ikisi bir dönem çok değerli hocalarım oluşu diğer bir nedeniyse oyunun sahneleniş kurgusunu ve izleyene ne anlattığı fikrini benimsemesemde benimsemediğim bir içeriğe uygun bir karakter yapısını her bir oyuncuda gördüğümü söyleyebilirim. Dekor, ışık oyunları ve görsel enstanteneler izleyeni benim açımdan hayli yorar tarzdaydı. Oyunun dekorları arasında ve bazı görsel efektlerde hala oyunun bütünselliği içerinde ne anlam taşıdığını düşündüğüm kareler mevcut. Sahneye farklı açılardan yerleştirilmiş kameraler, oyun brechtyen bir tarzda yorumlanabilseydi gerçekçiliği oldukça güçlü bir biçimde verebilirdi diye düşünüyorum. Müzisyenlerin sahnede dolaşımı ve oyunun içinden süzülüp gelmeleri beni yine gerçekçiliğe götürdü ama işçiler ölürken hüznün müziğini yapmak pek içime sinmedi doğrusu. Oyunu sonuç olarak ayakta alkışlayanlar arasındaydım. Rejinin politik tercihi, oyunun izleyene vermek istediği mesaj bende yerini bulmuş olmasa da verilen emeği ayakta alkışlamakta tiyatroya dair benim politik tercihim olsa gerek.

* Yazı sitemizde bir okurumuz tarafından paylaşılmıştır.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

*