Home » GÜNDEM » Korona günlerinde sınıf savaşımı

Korona günlerinde sınıf savaşımı

İşçi sınıfından büyük ölçüde kopmuş, büyük kent merkezlerine sıkışmış, evlerine kapanmış orta sınıf solu bunun pek farkında değil ama, korona günlerinin en çetin koşullarında sınıf savaşımı yeni biçimler alarak dünya çapında devam ediyor. 

1- 2019 yılında dünya çapında yayılan isyan ve direniş dalgası, olağanüstü hallere, sokağa çıkma yasaklarına karşın bir dizi ülkede yerel düzeylerde barikat savaşları, çatışmalarla devam ediyor (Şili, Arjantin, Lübnan, vd).

2- Hapishane isyanları: Bir dizi ülkede korona enfeksiyonuna karşı adli ve siyasal tutsakların sağlık önlemi ve tahliye istemleriyle isyan ve direnişleri yaşanıyor (İtalya, Fransa, Brezilya, Lübnan…).

3- Göçmen toplama kampı isyanları: Bir dizi ülkede göçmen kamplarında isyanlar yaşanıyor (İspanya, Almanya, vd).

4- Fiili işçi grev ve direnişleri: Çok sayıda ülkede otomotiv ve mağaza/depo sektörlerinden başlayıp yayılan fiili grevler yaşanıyor. İtalya’dan Kanada’ya kadar yayılan Fiat-Crysler grevleri, İspanya’da Mercedes ve İveco grevleri, Fransa, İspanya, ABD’de Amazon depo grevleri ilk akla gelenler.

5- Ev işgalleri: Evsizlerin ev işgalleri ABD’den başlayıp bazı Avrupa ülkelerinde de görülüyor.

6- Kira grevleri: İşçi ve işsizlerin kira ödememe grev ve kampanyaları, ABD ve bir dizi Avrupa ülkesinde kampanyalarla yaygınlaşıyor.

7- Yerel/mahalle dayanışma inisiyatifleri.

ABD’deson birkaç haftada gerçekleşen fiili işçi grevleri ve Genel Grev çağrısı

Fiat Chrysler Windsor Montaj Fabrikası işçileri, Fiat’ın bir başka fabrikasında bir işçinin enfekte olduğunu öğrenince, 12 Mart’ta iş durdurdu. Bunu, Metro Detroit’teki Fiat’ın iki montaj fabrikasında  daha iş durdurmalar izledi. Sarı sendika fabrikaları açık tutmak için patronla bir satış-uzlaşması yapıp “işe devam” çağrısı yaptı, ancak fiili grevler Hammond ve Chicago montaj fabrikalarına yayılarak devam etti. 18 Mart’ta bu kez SHAP, Warren Kamyon ve Ford montaj fabrikalarında fiili grev dalgası başladı. Canlı bir videoda, Toledo’daki kamyon fabrikasında işçilerin adeta isyan çıkardığı, yerel sendika şubesi başkanın arka kapıdan kaçarken işçilere “sakin olun!” diye bağırdığı görülüyor. İşçiler “sakin olmadı”, fabrikada tüm anti-virüs önlemleri alınıncaya kadar ücretli izne çıkarıldı.

Georgia’da 600 baraj işçisi, 23 Mart’ta, iş yüklerinin artması, düşük ücretler ve corona tedbirlerinin olmaması nedeniyle fiili greve gitti.

18 Mart’ta Amazon’un New York Queens merkez deposunda işçiler bir gün iş durdurdu. Yönetim tarafından  tüm işçilere korona testi uygulaması sözüyle işbaşı yaptılar. Bir işçinin pozitif çıkması üzerine, işçiler fiili greve kaldığı yerden devam ettiler. Bir grevci Amazon işçisi, sosyal medyada paylaştığı videoda şunları haykırıyor: “Ne yaptığınızı biliyoruz. Bizi mutlak olarak hiçe sayıyorsunuz. Ama buna artık izin vermeyeceğiz!”

17 Mart’ta Detroit’te belediye otobüs şoförleri, ellerini yıkama yerlerinin bile olmaması ve otobüslerin dezenfekte edilmemesine isyan ederek, fiili greve gittiler. Grev işçilerin tüm taleplerinin kabul edilmesiyle sonuçlandı. 23 Mart’ta ise Alabama’da belediye otobüs şoförleri, iş saatlerinin kısaltılması talebiyle grev başlattılar.

18 Mart’ta, Wisconsin’de çağrı merkezi işçileri, ücret düşüklüğü, çalışma saatleri ve tempolarının artırılması ve koronaya karşı önlem alınmamasına isyan ederek, iş durdurdular ve oturma grevi yaptılar.

Las Vegas Kongre Merkezi inşaat işçileri iş durdurdular. Sacramento’da Kaiser Hastanesi yenileme projesinde çalışan elektrik işçileri iş durdurdular.

San Jose ve Los Angeles’ta McDonald’s işçileri, işverenin sabun, eldiven ve maske temin etmemesi üzerine 20 Mart’ta iş durdurdular. Fast food zincirlerinde grevler, Burgerville, Kentucky Fried Chicken gibi en büyük markalara yayıldı.

Pennsylvania’da çöp toplayıcıları, yeterli koruyucu giysi sağlanmamasına karşı ve virüse karşı yıpranma tazminatı istemiyle fiili greve gittiler.

California’da liman işçileri sağlık ve güvenlik önlemi olmayan çalışma koşullarını protesto ederek fiili greve çıktılar.

ABD’de bu grevler artan bir etki yaratmaya başladı. Sosyal medyada #GenelGrev hashtagi top trend topic haline geldi. ABD’de sınıf savaşımının ilk gündem haline gelmesi, uzunca bir dönemdir ilk kez oluyor. Popstar Britney Spears bile sosyal medya hesabından genel grev çağrısı yaptı.

Ne yapmalı

Türkiye dahil (Sarkuysan, inşaat işçileri), çok sayıda ülkede çalışma koşullarının iyileştirilmesi, ücretli izin, çalışma saatlerinin indirilmesi, iş yükünün artırılmaması, koronaya karşı işçi sağlığı ve güvenliği gibi taleplerle çok sayıda irili ufaklı grevler. ABD ve Şili’den başlayarak genel grev çağrıları da yaygınlaşıyor. İtalya gibi bir dizi ülkede ise kapitalist devletler, kriz ve korona yıkımına karşı ayaklanmadan korkmaya başladılar.

Mücadele geleneğinin, işçi yoğunluğunun ve/veya kısmi örgütlülüğün olduğu sektör ve alanlarda grevler yaygınlaşma eğilimi gösterebiliyor ve kısmi kazanımlar elde edebiliyor. Fiili grevler, genellikle taban inisiyatifiyle ve/veya az çok mücadeleci yerel sendikaların inisiyatifiyle gerçekleşiyor. Ancak çoğunlukla dağınık, kendiliğinden, yanıp sönen kıvılcımlar biçiminde kalıyor.

Temel handikaplardan biri sarı sendikalar. Örneğin İtalya’da büyük sanayi yoğun bölgelerde taban inisiyatifi ve yerel mücadeleci sendikaların inisiyatifiyle başlayan grev dalgası genel greve dönüşebilecekken, önü çürümüş büyük sendika konfederasyonları tarafından kesildi. ABD’de de otomotivde başlayan grevler, sektörel genel greve dönüşme potansiyeli taşırken UAW tarafından söndürülmeye çalışıldı. Almanya’da Volkswagen işçilerinin, haftalık çalışma saatlerinin (ücret artışı olmadan) 5 saat artırılmasına ve koronaya karşı fiili iş durdurması üzerine, onlarca işçi işten atıldı; İG Metall atılan işçilerin bile arkasında durmadı.

Diğer handikap, kapitalist devletlerin, kriz koşullarında koronayı işçi sınıfına karşı ohal uygulamanın fırsatına çevirmesi. Örneğin ABD’de Trump, koronayı “savaş hali”, kendini de “savaş hali başkanı” ilan etti. Demokrat Parti’nin başkan adayları Biden ve Sanders de, bunu onayladı! Bu durumda, resmen veya fiilen “savaş hali” uygulamaları, örneğin fiilen “zorla çalıştırma” uygulamalarına bile başvurulabiliyor. Başta sağlık işçileri olmak üzere, işçiler de, sağlık ve güvenlik koruması olmadan (silahsız) cepheye sürülen askerler muamelesi görüyor. ABD kapitalizminin resmen 100 bin-200 bin kişinin ölümünü şimdiden normalize etmesi bunun korkunç bir ifadesi. Yine ABD’de Minoseta gibi bazı eyaletlerde, idari makamlar sarı sendikaları da yedekleyerek, toplu sözleşme haklarını askıya aldı. 2019’dan aktaran sokak isyan ve direnişlerinin sürdüğü bir çok ülkede, korona vesilesiyle her türlü eylem ve etkinlik yasaklandı. Cezayir’de her türlü hükümet protestosu yasaklandı, Şili’de Pinera isyanın büyümesiyle geri çekmek zorunda kaldığı ohali korona vesilesiyle yeniden getirdi. Fransa gibi bir dizi ülkede ordu, korona peleriniyle sokağa indi. (Bunlara siyasal literatürde artık “Korona Rejimleri” deniyor!) Zaten faşist bir rejimin olduğu Türkiye’de ise, Sarkuysan işçilerinin fiili grevinden sonra, Kocaeli Valiliği ilde tüm işçi eylemlerini yasakladı.

Kapitalist devletler, bu ve benzeri uygulamaları, “herkesin/milletin ortak çıkarını korudukları” kılıfına sararak yapmaya çalışıyor. Aynı zamanda yaklaşan ekonomik buhranla birlikte, 2020’nin başlarında kaldığı yerden patlayabilecek büyük kitle grev, isyan ve direnişlerine karşı yığınak olarak yapıyor.

En başta kapitalist devletlerin “koronaya karşı savaş” ilanlarının aslen sermayenin işçi sınıfına karşı savaş ilanı, “milli çıkar/herkesin çıkarı” demogojilerinin de aslen yine sermayenin işçi sınıfına karşı savaşı olduğunu görelim. Koronanın ilk evrelerinde, yaratılmaya çalışılan “virüs sınıf ayrımı yapmıyor” intibaı çoktan çöktü. Burjuvazi ve orta sınıflar kendilerini her türlü güvenceye aldılar. Kapitalizmin ekonomi-politiği koronayı, apaçık bir işçi ve emekli katliamına dönüştürdü. Şimdi de koronanın sınıfsal-politiğini “sokağa çıkan sorumsuzlar” diye örtbas etmeye çalışırken, korona/açlık cenderesine aldıkları işçileri ölüme göndermeye devam ediyorlar. Siz hiç koronadan ölen bir büyük patron gördünüz mü? Ama her gün yüzlerce fabrika, market/depo, kargo/teslimat, sağlık işçisi, emekli, göçmen işçi ölmeye devam ediyor. Öncelikle korona/sağlık sorununun sınıfsallığı, en açık, en somut, en net biçimde, hiçbir kaçamağa ve bulandırmaya yer bırakmadan gözler önüne serilmeli.   Bugün, hiçbir işçi sağlığı ve güvenliği olmadan açlık tehdidiyle çalışmak zorunda kalan ortalama bilinçli bir işçi bile, patronların karları ile işçilerin sağlığı arasındaki karşıtlığı az çok seziyor ve tepki duyuyor. Bu sezgisel işçi sınıfı bilinci yaygınlaştırılmalı, derinleştirilmeli ve daha bilinçli hale getirilmeli.

İkincisi, Türkiye’de sınıf körü solda bile zemin bulan “sokağa çıkma yasağı” istem ve çağrılarına derhal son verilmeli. Kapitalist despotik devletler ciddi bir sıkışma ve açmaz içinde bocalarken, onların arayıp da bulamayacağı “meşruluk” fırsat ve kozlarını onlara vermekten kesinkes kaçınmalı.  Sol, virüsün hızlanarak yayılmasının asıl nedeni, on milyonlarca işçinin her gün, en sağlıksız ve tehditkar koşullarda çalışmak zorunda bırakılması değil de, “sorumsuz vatandaşlar”mış gibi algılayan orta sınıf hezeyanlarına asla ortak olmamalı. Bugün sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı ilan edilen ülkelerde bile, işçiler iş cinayet ve hastalıklarına gönderilmeye devam etmiyor mu? Sosyal medyada bunu yapanlar uyarılmalı. Bugün asıl yapılması gereken, tam da,  “herkesin/milletin çıkarına” bir şeyler yapıyor maskeleri takan kapitalist devletlerin bu “sınıflar üstü” örtüsünün/kozmetiğinin çekilip alınmasıdır. Tüm yaptıklarının kapitalizmi, sermayeyi ve karlarını korumak, sağlık maliyetlerini düşürmek, işçileri “kar zaiyatına” yazmak olduğunun gösterilmelidir.

Kapitalist devletlerin, “herkesin genel çıkarı” maskesi altında, yalnızca sermayeyi koruma ve işçi sınıfına saldırma çelişkisi (“işe git ama kendini koru”, “herkes kendi olağanüstü halini ilan etsin”, vb) daha güçlü ve her düzeyde teşhir edilmeli.

Üçüncüsü, solda yine çok yaygın olan “devletin yeterli önlemleri almadığı”, “kamu/sağlık fonlarının yetersiz olduğu” türünden eleştiriler, son derece yetersizdir. Eğer hiçbir kapitalist devlet, göstere göstere gelen bu derece kritik bir toplumsal sağlık sorunu karşısında “yeterli önlemi” almamışsa ve halen almıyorsa, “kamu/sağlık fonları” yoksa ve halen “yetersizse”, çoğu fiilen “sürü bağışıklığı” adı altında işçi-emekli katliamı politikası izliyorsa, herkes bir zahmet anlamalıdır ki, sorun daha derinde, daha temeldedir. Öfke ve eleştiriler, kapitalist sisteme doğru derinleştirilmelidir. Hedefe kapitalist üretim tarzı ve kapitalist iktidar konulmalıdır.

Sömürülenler, yani ücretli köleler, yani emekgücü meta olanlar, yani kendi toplumsal emek, beden, yaşam ve ihtiyaçları üzerinde bile söz, karar ve kontrol olanağı olmayanlar, kendi sağlıklarını da bireysel olarak koruyamazlar. Bunun ilk şartı, sınıf olarak, gerçek sınıfsal talep, ihtiyaç ve özlemleri doğrultusunda hareket edebilmeleri, temel şartı ise ücretli köleliğin ortadan kaldırılmasıdır.

Dördüncüsü, kapitalizmin büyük kriz ve çürümesini, kendisine “dışsal” bir etken gibi göstermeye çalıştığı korona ile örtme çabasına izin verilmemelidir. Korona, kapitalizmin krizini hızlandıran ve şiddetlendiren bir etken olmakla birlikte, krizin nedeni değildir. Tam tersine, kapitalizmin zorunlu işleyiş yasaları, krizi ve çürümesi koronanın bu çapta bir felakete dönüşmesinin nedeni ve zemini olmuştur.

Bunu anlamak önemli, çünkü işçi sınıfına artan saldırılar, korona kamuflajıyla yapılıyor: Dünya çapında şimdiden 2008 krizindekine yaklaşan, toplamı trilyonlarca doları bulan sermaye kurtarma paketleri, esneklik ve güvencesizliği artırma düzenlemeleri, işten atmalar, ücretsiz izinler, vd. Ki hepsi, sermaye buhranının işçi sınıfının üstüne yıkılması anlamına geliyor. ABD’de yalnızca son birkaç haftada işsizlik ödeneğine başvuranların sayısı 6 milyon 600 bin kişiye ulaştı. Bu görülmemiş işsizlik patlaması, korona kamuflajı olmasaydı, bu kadar pervasızlaşamazdı. Almanya dahil bir çok kapitalist devlet, kadrolu işçilerin işten atılma maliyetlerini üstlenerek, işsizliği körüklüyor. Son 1 yılda işsizliğin en az 1 milyon kişi arttığı Türkiye’de de bu yeni işsizlik dalgasının ucu açılmaya başlandı. Birkaç aya kalmadan daha bir işsizlik, yoksulluk, güvencesizlik dalgasının etkileri Türkiye işçi sınıfına da daha ağır biçimde yansımaya başlayacak.

Bunu anlamak önemli, çünkü gündem, özellikle orta sınıfların ve (gerçekte işçileşmiş oldukları halde) kendilerini halen orta sınıf sanan beyaz yakalıların çoğunluğunun gündemi koronaya kilitlenmiş durumda. Korona ile işsizlik-açlık kıskacına sıkışmış mavi yakalı işçilerin durumunu, en fazla bir vicdani acınma dışında, ama kendilerini onlardan özenle ayırarak, anlamıyorlar! “Koronadan değilse açlıktan öleceğiz!” diye haykıran işçileri anlamıyorlar! Kapitalizmin açlık/işsizlik kamçısı ile mücadele edilmeden koronadan korunulabilir mi? Bunu anlamıyorlar! Kapitalizm de işçi sınıfını evden çalışanlar ve işyerinde çalışanlar diye bölüyor; tepkiyi emeklilere, göçmenlere, mavi yakalı işçilere -sanki koronanın sorumlusu onlarmış gibi- manipule ediyor. “Evde kal” ama, beyaz yakalıların bir çoğu, önümüzdeki 3-5 ay içinde kendi evlerinde kalamayarak, 2001 ve 2008 krizlerinde olduğu gibi anne-babalarının evine dönmek zorunda kalabilir. Beyaz yakalı işçilere özellikle 2001 krizinde yaşadıkları işsizlik, çalışma temposunun artması ve ücret düşüşleri şokunu hatırlatmak gerekiyor. Çünkü kapitalizmde işsizlik ve yoksullaşma dalgası en düşük ücretli ve güvencesiz işçilerden başlasa da, sıra kaçınılmaz olarak daha yüksek ücret alan kesimlere gelir. Kaldı ki evden çalışma, patronların esneklik ve güvencesizliği, iş yükünü artırma dayatmalarını kolaylaştırıyor, buna karşı direnme olanaklarını zayıflatıyor. Evden çalışma uygulamasının yaygınlaşması, bu kesimler içinde de daha büyüyecek işsizlik ve ücret düşüşleri ile, salgının daha yoğun ve hayatın daha pahalı olduğu büyük şehirlerden taşraya doğru tersine bir göçü bile başlatabilir ki; kapitalizmin beyaz yakalı emekgücünü daha da ucuzlatmak ve örgütlenmelerini zorlaştırmak için bunu koşulladığını bile söylemek mümkün.

Bu yüzden işçi sınıfının işyerinde çalışanlar/evden çalışanlar diye bölünmesine fırsat vermemek, sınıfın tüm kesimleri arasında ortak taleplerle dayanışmayı ve ortak mücadeleyi geliştirebilmek kritik önemde.

Beşincisi, sağlık işçilerini alkışlamak, koronanın ve toplumsal yeniden üretimin tüm yükünü sırtlayan işçi kesimlerini alkışlamak, orta sınıfların vicdanını rahatlatmak, korkularına meze olmak dışında hiçbir şey ifade etmiyor. Hergün onlarla, yüzlerle öldürülen sağlık işçileri, market, depo, kurye, kargo, nakliyat, temizlik, çöp toplama, gıda işçileri ile, göçmen işçilerle, en sağlıksız koşullarda çalışmak zorunda bırakılan tüm işçilerle, daha etkin ve eylemli sınıf dayanışması biçimleri geliştirmek zorunludur. Daha önce en fazla görünmezleştirilmiş işçi kesimlerinin, toplumsal yeniden üretimdeki kurucu yararlı emekleriyle ve “ön cephedeki” rolleriyle, kısmen görünür hale gelmeye başlaması, bir olanaktır. Tam da toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanan bu görünürlük artırılmalı ve yaygınlaştırılmalıdır. Başta bu işçi kesimleri için olmak üzere, tam kapsamlı koruyucu giysi ve donanım, işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri, çalışma saatlerinin kısaltılması, hergün sağlık/enfeksiyon kontrolü (test), taşeron ve güvencesiz çalışmaya son, yıpranma tazminatı gibi talepleri doğrultusunda, basınç artırılmalıdır. Hiçbir şey yapamayacak olan bile, en azından içi boş “evde kal” çağrıları yerine, sağlık, market, temizlik vd işçilerinin taleplerini paylaşabilir. Ama dikkat edilsin, orta sınıfın ve orta sınıf solunun anladığı tarzda yalnızca “işçilerle dayanışma” demiyoruz. Asıl işçi sınıfının öz bütünlüğünü kurması için ortak talepler çerçevesinde mücadele ve etkin sınıf dayanışması diyoruz. Bu kriz aynı zamanda üretim ve yeniden üretim emeğinin dev çaplı toplumsallaşmışlığını ve bütünselliğini, tüm emeklerinin birbirine içerili olduğunu kavramak ve kavratmak açısından olanaktır. Ve işçi sınıfı kolektivizmi, sınıfın en zor ve tehlikeli koşullarda bulunan kesimleri için etkin birlik, dayanışma ve mücadeleyi (örneğin eylem yapma olanağı çok kısıtlı sağlık işçileri için) öncelikle kapsar. Yoksa hiçbir sorun, evde oturan ve evden çalışanların, işçi sınıfının en düşük ücretli, en güvencesiz, en yoksul kesimlerinin kendilerine bu işçilerin canlarını feda ederek hizmet etmesini beklemesiyle, ve “ah canım, cık cık, sosyal mesafe” filan demesiyle çözülemez. 

Altıncısı, ağırlaşan kriz, kapitalist ekonomide bir dizi kaçınılmaz değişim ve yeniden yapılandırmaya yol açıyor ve açacak. Bir dizi sektör, ürün, çalışma biçimi gerileyecek, bazıları genişleyecek, yeni sektör ve ürünler ortaya çıkacak. İlk akla gelenler, evden/uzaktan çalışmanın, e-ticaret platformlarının, kurye/eve teslimat sektörlerinin hızla yaygınlaşacağı ve büyüyeceği. Yanısıra tarımda küçük üreticilerin, kentlerde küçük esnaf ve işletmelerin (küçük kafe, resturant, dükkan, mağazalar dahil) yıkımının, tekelci oligarşik sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesinin her düzeyde hızlanacağını öngörmek mümkün. Bu eğilimleri olabildiğince öngörmek, buna göre konumlanmak önemli.

Yedincisi. Türkiye dahil hemen her ülkede çok sayıda fiili işçi grev ve direnişi yaşanıyor. Bunlar genellikle bir ya da birkaç günlük kendiliğinden özsavunma grev ve direnişleri. Ancak işçilerin taban ve özsavunma inisiyatifi ile gerçekleşmeleri önemli. Kapitalizmin uzun süredir (artan iş cinayetleri ve meslek hastalıklarına karşın) görünmez kıldığı, üretim sürecindeki emek ve işyerlerini, yanısıra işçi sağlığı ve güvenliği, çalışma saatlerinin kısalması gibi talepleri gündemleştirmesi önemli. Bu grevlerin dağınıklığına karşın artan sayıları, ve toplum nezdindeki meşruluğu, bir genel grev eğilimi/potansiyeli de taşıyor. Genel grev eğilimleri, kapitalist ekonominin buhranın etkileri büyüdükçe, artabilir. Ancak tabii ki bir çırpıda olmayacak, ve kuşkusuz, tüm derdi “aidatları olabildiğince korumak” olan ve kapitalist devletlerle karşı karşıya gelmekten ödü patlayan sarı sendikalarla da olmayacak. Örneğin Türkiye’de taban baskısı ile “48 saat içinde talepler dikkate alınmazsa ‘çalışmaktan kaçınma hakkı’nı kullanma ihtimali” açıklaması yapan DİSK, Sarkuysan işçilerinin fiili grevinin bile arkasında durmadı. Genel grev çağrıları ve propagandası sosyal medyada, özellikle işçi platform/ortamlarında etkin olarak yaygınlaştırılmalı. Bu en azından, orta sınıf tarzı “sivil toplumcu” evde kal ve dayanışma çağrılarına göre, yalnızca dayanışma değil sınıf dayanışması ve mücadelesine doğru bir ileri adım olacaktır. Kuşkusuz, işçiler örneğin bir metal fırtınada olduğu gibi yığınsal ve gövdesel olarak harekete geçmeye hazır olmadıkça, bir genel grev veya büyük grevler sosyal medya üzerinden örgütlenemez. Ancak iç içe geçmiş kriz ve korona buhranı koşullarında, uzlaşmaz sınıf çelişkileri her zamankinden keskindir, ve gün geçtikçe keskinleşmeye devam edecektir. Hiçbir kapitalist devlet pansumanı ve sarı sendika uzlaşmacılığı bunu örtemez. Diğer taraftan “koronadan sonra tufan” beklentisiyle yetinilemez, çünkü korona öyle 3-5 ayda bitecek gibi görünmüyor, ve tam tersine kapitalist güçler, onu ekonomik kriz koşullarında tepe tepe kullabilmek için bitmemesi adına ellerinden geleni yapıyorlar. Bu yüzden “korona koşullarında sınıf savaşımını” öğrenmek ve büyütmek, birçok ülkede fiili grevci işçilerin sınıfsal özdeneyim ve sezgileriyle ortaya koyduğu gibi, “koronaya ve patronlara karşı” mücadeleyi birleştirmek zorundayız.

Sosyal medyanın sınıf savaşımı temel ve ekseninde daha etkin kullanılmasıyla birlikte, işçi sınıfı siyaseti iddiasını taşıyan tüm yapıların işçi aktivistlerinin/işçi sınıfı içindeki aktivistlerinin bunu hazırlaması, işçi sağlığı/kriz özsavunma komitelerinin oluşturulması için azami çabayı ortaya koyması gerekir. Çünkü işçiler ölüm tehditi altında çalışmak zorunda kalırken, dışardan yapılacak çağrıların pek bir anlamı olmayacaktır. 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

*