Home » BASINDAN » Koordinasyon krizi ve deprem komünizmi

Koordinasyon krizi ve deprem komünizmi

Ali Ergin Demirhan

“Devlet dersi” üzerine notlardan oluşan bir önceki yazıda, “devlet yok” sözünün sokaktaki karşılığı üzerine gözlemlerimizi aktarmıştık. Devlet, kamuflajı ve silahı ile üç günün ardından sokağa çıktı ancak depremin üzerinden iki hafta geçmişken hâlâ çözülemeyen bir sorundan sıyrılabilmiş değil: koordinasyon krizi. Koordinasyon krizinin yarattığı boşlukta da deprem komünizmi beliriyor.

Olanakların ihtiyaçlar doğrultusunda seferber edilememesi olarak özetleyebileceğimiz koordinasyon krizinin, çokça öne çıkartılan liyakatsizlik ve beceriksizlik sorununun ötesinde, toplumun bütününün örgütlenme biçimine dair sistemsel bir sorun olduğunu görmeliyiz. Toplumsal ihtiyaçların ancak piyasa ilişkileri içerisinde karşılanabildiği neoliberal düzeni korumak üzere var olan devlet, toplumun deprem sonrası büyük bir dayanışma seferberliği olarak kendini gösteren üretken kapasitesinin önünde bir engel halindedir. Deprem bölgesindeki koordinasyon krizi, kapitalizmin tarihsel krizinin andaki yansımasıdır. Deprem bölgesinde mülkiyet ve piyasa ortadan kalkmıştır, para hükmünü yitirmiştir ancak hayat sürmektedir. İnsanların peşinde olduğu şey de mülkiyet, para ya da piyasa değil barınma hakkı, beslenme hakkı, enerji hakkı, sağlık hakkı, iletişim hakkı, eğitim hakkı, ulaşım hakkı gibi temel toplumsal haklarının ihtiyaçları doğrultusunda karşılanmasıdır.

Devletin enkaz altında bıraktığı halkı yaşatmak üzere harekete geçen toplumsal seferberlik ise “herkesten yeteneği kadar, herkese ihtiyacına göre” ilkesi ile işlemektedir. İşte bu ilke komünizmin en sade tanımıdır. Tamam, devlet kurumlarının ve piyasa araçlarının kelimenin gerçek anlamıyla enkaz altında kaldığı bir zaman ve mekânda, sosyalistler önemli bir inisiyatif almıştır, hayat belli bir ölçekte zorunlu olarak kapitalist ilişkiler dışında akmaktadır. Ancak deprem komünizmi tüm bunların ötesinde tarihsel bir anlam da taşımaktadır.

Gelin saha gözlemlerimiz üzerinden şu koordinasyon krizinin ne olduğuna ve deprem komünizminin ne olabileceğine yakından bakalım.

Devlet, halk ve sosyalistler …

Devletin elinde muazzam maddi imkânlar ve kurumlar var. Devletin doğrudan emrinde olmasa bile kamu kurumları ile birlikte çalışmak isteyen ya da çalışabilecek bilim insanları, meslek örgütleri, emek örgütleri, kitle örgütleri, yardım kuruluşları var. On milyonlarca insan fikrini, maddi olanaklarını ve emeğini depremzede halk için seferber etmek istiyor. Öte yandan, iki haftanın ardından çadır sorunu bile hâlâ çözülemedi, deprem bölgesindeki halk gündelik hayatını sağlıklı bir şekilde sürdürebileceği asgari koşullara kavuşamadı. Ancak acil ve asgari ihtiyaçları henüz karşılayamamış olan devlet, ne hükümet kontrolü dışında gelişen seferberliğe olumlu yaklaşıyor ne de olanakla ihtiyacı buluşturabilecek bir anlayış ve örgütlenme içinde.

Ne yapıyor devlet? Deprem bölgesinin en örgütlü ve seferber partilerinden HDP’nin yardım tırlarına el koyuyor, koordinasyon noktalarına kayyum atıyor, CHP’li belediyelerin gönderdiği yardım kamyonlarına birer AKP kurumuna dönüşmüş valiliklerin etiketlerini yapıştırıyor, sosyalistlerin koordinasyon noktalarına polisiye tacizler düzenliyor… Ama toplanan yardımların halkla buluşturulmasına gelince, jandarmanın taşıdığı yardımlar bile yine sosyalistler / devrimciler başta olmak üzere halkla temas içinde olan halk örgütlenmeleri tarafından dağıtılıyor.

Hatay’ın Defne ilçesinde üçüncü günün ardından gıda, giyim, hijyen malzemesi ve çadır içeren çok sayıda yardım kamyonunun gelişine tanıklık ettik. Ne var ki yardımları getiren jandarma bunların nasıl, hangi bölgelere ve kime dağıtılacağı konusunda fikir sahibi görünmüyordu. Erdoğan, ekranda bağımsız dayanışma faaliyetlerini hedef alıyor, jandarma ise getirdiği yardımları “terörist” diye hedef gösterilen sosyalistler aracılığıyla dağıtıyordu. Jandarmanın kamyonlarla getirdiği giyim, gıda ve hijyen malzemelerini dağıtmak için sosyalistlere teslim ettiğine tanık olduk. Sağlık Bakanı’nın “sahra hastanelerini kurduk, sağlık krizi yok dediği” günlerde yine kolluk güçlerinin getirdiği ilaçları teslim edecek yer ararken, sosyalistlerin açtığı ve gönüllü sağlık emekçilerinin çalıştığı revirlere bıraktığını gördük. Jandarma erleri kendilerine teslim edilen AFAD çadırlarını parklara kurdu ancak içlerini düzenlemeden, o çadırları kimin kullanacağına dair bir bilgiye sahip olmadan, bir yönlendirme yapmadan… İçlerine kendi başına yerleşen ailelerin battaniye, su, enerji, gıda, sağlık gibi temel ihtiyaçlarını gidermek için yine sosyalistler seferber oldu.

Kamusal hizmetler alanını piyasaya terk eden, kamusal olanakları bir avuç sermayedarı zengin etmek için seferber eden devlet, her biri birer çete olan sermaye gruplarının ihtiyaçlarını çok iyi biliyor. Ancak, halkın neye ne kadar ihtiyacı olduğunu umursamıyor, bilmiyor ve halkın kendi sorununu ve çözüm önerisini dile getirecek kadar inisiyatif almasını, yönetime bir şekilde müdahil olmasını da tehdit olarak algılıyor. Giyim yardımı geliyor ancak ihtiyaç tespit edilmediğinden bu yardımların yollara bırakılıp gidiyor. Aileler, evlerinin, işyerlerinin ya da tarlalarının yakınında kalmak istiyor ancak devlet onların gitmek istemediği ya da gidemeyeceği alanlara çadır kurup, “İşte çadır kurduk ya” diyor. Devlet hastanelerinin ve özel hastanelerin yıkıldığı kentte kronik hastalar, engelliler, yaşlılar, bebekliler acil sağlık hizmeti bekliyor ama Sağlık Bakanı pek çok insanın adresini bilmediği ya da ulaşamayacağı sahra hastanelerinin kuruluşundan söz edip ortada bir sağlık krizi olmadığını savunabiliyor. Çelişki her alanda: Boş çadırlar ve çadırsız insanlar, çöpe dökülecek kadar çok gıda yardımı ve hâlâ sağlıklı gıdaya erişemeyen insanlar, merkezde yığılan şişelenmiş sular ve su bekleyen çeperler, yurtdışına sağlık hizmeti satan ancak kendi yurttaşının acil sağlık ihtiyacına yanıt veremeyen bir sağlık sistemi, depremi önden haber veren bilim insanları ve deprem bölgesine göndermek için din görevlisi arayan bir hükümet…

Devletin sağlayamadığı koordinasyonu halkla doğrudan temas halinde olan, halkın ihtiyaçlarını gözeten eşitlikçi, dayanışmacı toplumsal inisiyatifler sağlıyor. Defne ilçesinde daha devlet gelemeden sosyalistler beşini doğrudan gözlemleyebildiğimiz çok sayıda kriz masası ve dayanışma koordinasyon noktası kurdular. Halkevleri, Sevgi Parkı’nda; TİP, Dostluk Parkı’nda; TKP, Armutlu Petrol Ofisi yanında; TÖP, Armutlu Semt Pazarı’nda; Kaldıraç, Defne Evi’nde iletişim, danışma ve yardım dağıtım noktaları, jeneratörler, revirler, kurtarma ekipleri, sağlık ve hukuk destekleri ile halkın acil ihtiyaçlarına yanıt vermeye çalışıyorlar. SOL Parti, EMEP, SODAP, SYKP, ESP, Devrimci Parti, HDP ve diğer bileşenleri de sahada. (Adını sayamadıklarımdan özür dilerim.) Merkezlerde başlayan çalışmalar mahalle ve köylere uzanıyor. Yine sosyalistlerin etkili olduğu gençlik örgütleri, kadın örgütleri, emek örgütleri (Bağımsız Maden İş, İnşaat İş, Enerji Sen ve SES’i özellikle anmak gerekir) de sahada. Bu örgütler bir merkezi planla hareket etmese de kendi aralarında bir iletişim içinde, ihtiyaç ve olanaklarını paylaşıyor, olanakların ihtiyaçlarla daha verimli bir şekilde eşleşmesine çabalıyor. Açıkçası bölge halkının ve bölgeye yardım göndermek isteyenlerin güven, saygı ve teveccühü de, sosyalist hareketin dar örgütsel sınırlarının ötesinde bir kapasiteyi harekete geçirmesini sağlıyor.

Sosyalizmin sahada kazandığı saygınlık, sosyalist örgütlerin büyük bir enerji ve samimiyetle ortaya koyduğu saygıdeğer çabanın ötesinde bir anlam taşıyor. “Deprem sonrası toplumsal seferberlik, örgütleyenlerin taşıdığı bayraklar nedeniyle değil piyasa-dışı, halkçı, eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, bilimsel ve vicdani doğası gereği siyasal ifadesini iktidar karşıtlığında, solda, sosyalistlerde buluyor.”[1]

Zorunlu bir ara mı? Yeniden kuruluşun ilk adımı mı?

Hatay’da mülki amirlikler dahil devlet kurumları ve piyasa da depremle birlikte yıkıldığı için orası şu anda devletsiz ve piyasasız bir bölge. Devletin olmadığı yerde hayatın devamını sağlayan sosyalistlerin hem örgütsel hem de moral bir güç olarak merkezinde yer aldığı toplumsal güçler de bir tür deprem komünü inşa ediyor. Erdoğan’ı hayıflandıran bir ikili iktidar potansiyeli beliriyor sahada. Ki bu ikili iktidar, yalnızca sosyalistin hayali değil, Kılıçdaroğlu’nun “isterlerse gelsinler tutuklasınlar” diye sahaya sürdüğü muhalif belediyelerin çalışmalarından mahalle inisiyatiflerine kadar uzanan bir saha gerçekliği.

Çözüm devletin ve piyasanın yeniden inşası mıdır? O zamana kadar zorunlu bir komünist ara mı verilmiştir? Yıkan, enkaz altında bırakan ve olanakla ihtiyaç sahibini buluşturamayan bu neoliberal devletin ve piyasa ilkelerinin ta kendisidir. Bu devlet ve piyasanın yeniden inşası ölümün ve tanık olduğumuz rezaletin yeniden inşası olacaktır. Başta dedik, sonda da tekrarlayalım; hayat inşa edilecekse, şimdi milyonların “herkesten yeteneği kadar, herkese ihtiyacına göre” ilkesiyle ortaya koyduğu toplumsal seferberlik ve kapasite üzerine inşa edilmelidir.

Sosyalistler kendi dar örgütlülüklerini genişletmeye değil bu toplumsal seferberliği büyütmeye odaklanmalı; bugünün toplumsal tanıklığını, vicdanını ve deneyimini bir politik bilince dönüştürüp, “devlet yok”ken sahaya inen halk inisiyatiflerinde yarının kurucu iktidar potansiyelini açığa çıkarmalıdır.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

*