Home » GÜNDEM » Komünizm teorisine güncel bir giriş/2. BÖLÜM

Komünizm teorisine güncel bir giriş/2. BÖLÜM

HİZMETLERİN TOPLUMSALLAŞMASI

“… ne zamanki sermayenin sınırsız zenginlik hırsıyla sürekli kamçıladığı emeğin üretici güçleri, bir yandan genel zenginliğin toplumun bütünü tarafından sahiplik ve muhafazasının çok daha az emek süresini gerektireceği, bir yandan da çalışan toplumun kendi genişleyen yeniden-üretim sürecine, sürekli daha geniş alanlarda gerçekleşen yeniden-üretimine bilimsel olarak hakim olabileceği aşamaya varırlar; dolayısıyla nesnelere yaptırabileceği şeyleri insanın kendi emeğiyle yapma zorunluluğu sona erer; o zaman sermayenin tarihi misyonu sona ermiş olur.” (Marx, Grundrisse, s421)

Günümüz kapitalizminde hizmetler alanı da devasa bir büyüklük ve çeşitliliğe ulaştı. Ancak resmi istatistiklerin bir dizi sanayi kolunu hizmetler kapsamında göstermesine karşı uyanık olunmalı, bir dizi hizmet alanında da değer üretildiğine dikkat edilmeli.

Hizmetler alanındaki hızlı büyümenin başlıca dinamiklerini şöyle sıralayabiliriz: Kapitalist üretim ve üretkenlikteki büyüme ile birlikte üretimdeki çelişkilerin de büyümesi… Kapitalist üretim karlılığın düşmesi, aşırı üretimin realizasyon ve aşırı birikimin valorizasyon krizleri… Üretimde doğrudan ve tam zamanında imalatın dışındaki hemen her türlü faaliyeti outsource sistemi… Aşırı sermaye birikimine yeni değerlenme alanlarının açılmasında, aşırı birikimin ve aşırı üretimin emilmesinde hizmetlerin oynadığı rol… Hizmetlerde genellikle değişmeyen sermayenin daha düşük ve emek yoğunluğunun daha fazla olması nedeniyle kar oranlarının daha yüksek olması… Üretici güçlerin gelişmesinin geldiği düzey ve devasa kentlerle birlikte yeniden üretim alanının da muazzam genişlemesi (ve tabii piyasalaşıp sermayeleşmesi)… Bireyselleşmenin artması ve nüfusun yaşlanması… Toplumsal ilişkilerin karmaşıklaşması, toplumsal çelişki, dolayım ve sorunların artması… Her düzeyde yönetimsel, profesyonel, teknik destek ve aracılık işlerinin artması…

Hizmetleri kabaca şöyle gruplandırabiliriz: Üretim hizmetleri (bilim, bilgi, analiz, araştırma-geliştirme, tasarım, test, bilişim-iletişim, mühendislik, teknik, idari ve destek hizmetleri, hukuk, muhasebe, mali müşavirlik, vd). Satış ve satış sonrası hizmetleri (reklam, pazarlama, perakande, çağrı merkezleri, teknik bakım ve arıza giderme, vd). Yeniden üretim hizmetleri (eğitim, sağlık, ulaşım, belediye hizmetleri, kişisel bakım hizmetleri, temizlik, turizm, kültür, sanat, spor, oyun, eğlence, vd). Devlet ve özel mülkiyet hizmetleri (bürokrasi, asker, polis, yargı, özel güvenlik, vd). 

Bu tasnif, öncelikle resmi istatistiklerde “hizmetler” olarak geçen bir dizi kritik faaliyet alanı ve biçimininin gerçekte sınai, üretken faaliyetler olduğunu gösterir. İkincisi, literatürde “kişiden kişiye hizmetler” diye geçeni, biz yeniden üretim hizmetleri diye tanımladık. Çünkü hizmetlerin de dev çaplı sermayeleşmesi ve toplumsallaşmasıyla; hizmetlerin de büyük bölümünün seri kitle üretimi ve kitle tüketimine dönüşmesiyle; ücretli istihdamın en büyük bölümünü oluşturur hale gelmesiyle, “kişiden kişiye” (özel) hizmet de azalmıştır. Kişisel bakım hizmetleri bile şirketleşmiştir.

Günümüzde hizmet istihdamının sanayi istihdamından daha hızlı büyümesi ve birkaç kat aşmasına karşın, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ve her türlü hizmetin (kişisel bakım hizmetlerinden özel güvenliğe kadar) şirketleşmesi, hizmet emeğinin büyük bölümünü, kendi patronlarına sermaye üreten üretken emek haline getirmektedir. İkincisi, üretim hizmetlerinin başta bilgi ve bilişim olmak üzere önemli bölümünde, yeniden üretim hizmetlerinin ise belli bölümlerinde, doğrudan artı-değer üretimi ve/veya kapasitesi gerçekleştirilmektedir. Başka deyişle “hizmetler” denilen alanın önemli bir bölümü, toplam toplumsal artı-değerin genişletilmesinde doğrudan ve dolaylı olarak bir rol oynamaktadır. Yeni teknolojiler ve hizmetlerin de endüstrileşmesinin hızlanması, bilginin dolaysız üretici güç haline gelme derecesini yükselterek, bilginin ve bilişim-iletişimin üretimdeki önem ve ağırlığını artırarak, ve hizmet alanında da üretim ile tüketimin giderek birbirinden ayrışmasını (hizmet emeğinin de hizmet emekçisinin kendisinden ayrışarak dolaşıma giren metalarda cisimleşmesi) genişleterek, “hizmetler” denilen alanda doğrudan artı-değer üretimini de genişletmektedir. Örneğin ABD’nin yalnızca müzik, sinema, gösteri sanatları, spor, oyun, eğlence endüstrileri ürünleri ihracatı, Türkiye’nin tüm sanayi ürünleri ihracatını aşmaktadır.

Diğer taraftan, hizmetlerdeki görülmemiş büyümenin önemli bir bölümü de, aşırı sermaye birikimi, aşırı üretim ve değerlenme krizlerinin şişirdiği “hayali hizmetler” balonudur. Bunun en tipik bir örneği “aracılık hizmetleri” ile ikincil piyasaların yaratılması, ve bunun üzerinden komisyonculuk, karaborsa, spekülasyon ile asalaklıktır. Örneğin 10 yıl gibi bir sürede 100 milyar dolarlık büyüklüğe ulaşan Uber gibi, internet tabanlı “hizmet sağlayıcısı” şirketlerin tüm yaptığı, belli bir konuda kullanmadığı ihtiyaç fazlası olan kişiler ile buna ihtiyaç duyanları/kullanmak isteyenleri bir araya getirip, yapılan kişiler arası satış veya kiralamadan yüklü komisyon almaktır. Bu gibi şirketler, çok sınırlı bir değişmeyen ve değişen sermaye ile, milyarlarca dolarlık sermaye çevirme gücüne erişmiş görünmektedir. Ancak tıpkı hayali para sermayenin sermayenin toplumsallaşması sağlaması gibi, hayali hizmet sermayesinin de, kişiler arası tekil mübadelelerin toplumsallaşmasını sağlamak gibi bir yönü vardır.

Günümüzde sermayenin her türlü ayrım ve evreleri arasındaki (üretim/tüketim, üretim süreci/dolaşım süreci, üretim/finans, üretim/emekgücü, mülkiyet/üretim vd) dengesizleşme ve çelişkilerin büyümesi, “aracılık (ya da işbağlama) hizmetleri” ve asalaklığını da görülmemiş biçimde büyütmektedir. Ancak “aracılık” ve “iş bağlama” işleri de, tek tek kişisel komisyonculara dayalı olmaktan çoktan çıkmış, şirketleşmiş, tekelleşmiş ve en hızlı büyüyen toplumsal sermaye biçimlerinden biri hale gelmiştir. Bunu örneğin McKinsey gibi kötü ünlü dev uluslar arası ekonomik ve siyasi karanlık “danışmanlık” tekellerinden, göğe vuran CEO borsasından, dünya çapında milyonlarca işçiyi portföyüne bağlayan özel istihdam şirketlerinden, Uber gibi internet üzerinden “hizmet” şirketlerinin pıtrak gibi çoğalması ve büyümesinden, veya daha basit bir örnek olarak Türkiye’de Hal kabzımalları ve komisyoncularının tasfiye edilip yerine tekelci şirketlerin geçirilmek istenmesinden görebiliriz.

Eskiden “mutavazı” komisyoncuların yaptığı aracılık ve iş bağlama işleri; şimdi şirketler arasında, şirketlerle devletler arasında, devletler arasında, üretim ile tüketim arasında, kent ile kır arasında, patronlar ile işçiler arasında, eğitimli emek ile vasıfsız emek arasında, kadınlar ile erkekler arasında, kişisel kullanım fazlası olan ile eksiği olan arasında; kısacası her türlü işbölümü ve farklılığı kara çeviren, muazzam bir tekelci asalak “aracılık hizmetleri” sermayesine dönüşmüştür. Özelliği kendine ait olmayan mal, hizmet, emek, faaliyet ve ihtiyaçlardan pay/komisyon alması veya bunlar üzerinden spekülasyon yapmasıdır. Bununla birlikte aracılığın tekil kişi ve tekil sermayelerden çıkıp dev çaplı toplumsal sermaye haline gelmesi bir yandan, bunun farklı alanları biraraya getirmesi ve iç içe geçirmesi diğer yandan, her türlü aracılığın da doğrudan toplumsallaştırılmasını ve sönümlendirilmesini, insanlar arasındaki dolaysız toplumsal ilişkilerin geliştirilmesini olanağını da geliştirir.  

İnternet üzerinden hizmet sağlayan şirketlerin yükselişine bakalım. En büyükleri Uber (100 milyar dolar ciro!), Djeepo, Abel, Airbyn olan ama sayısız bu tür şirketin tüm yaptığı, belli bir kullanmadığı ihtiyaç fazlası olan ile buna ihtiyaç duyanları buluşturmak, yapılan satış veya kiralamadan komisyon almak. Bir yerden bir yere özel otomobiliyle gidecek olan, aynı yola gidecek yolcuları belli bir para karşılığı alabilir; otomobilini kullanmadığı süre için başkasına kiralayabilir; kimisi evinin kullanmadığı boş odalarına kısa süreliğine kiracı alır; kimisi kullanmadığı eşyalarını satmak ister; ve aklınıza başka ne gelirse. Bu tabii ki Rifkin’in sandığı gibi bir “paylaşımcı kapitalizm” değil. Tam tersine, herkesi kullanmadığı olanakları metalaştırmaya zorlayarak, dahası kullanmadığı fazlası olmayanı da metalaştıracak fazla yaratmaya zorlayarak, buradan devasa yeni bir kişisel fazlalar piyasası yaratan, ve hem kişisel fazlaları metalaştıran hem de bunları ucuza aldığı veya kullandığını sananları soyan kapitalizm.

Bu da “paylaşımcı kapitalizmi” değil ama, gerçek paylaşımcı ve dayanışmacı toplum olan sosyalizme doğru tarihsel bir zorunluluk ve eğilimi gösteriyor. Bir yanda evsizler ve kümes gibi yerlere asgari ücret kadar kira ödeyenler, tek göz evlere 20 kişi yığılanlar, diğer yanda birden çok evi olanlar, rezidanslarda birkaç kişi yaşayanlar, satılamadığı için boş kalan sayısız konut. Kapitalizmin körüklediği tüketim çılgınlığıyla bir yanda dev çaplı “ihtiyaç fazlası” israf (örneğin cep telefonu alanlar tümünün ederini ödediği halde, mevcut cep telefonlarının işlev kapasitesinin ancak yüzde 5-10’unu kullanabilmektedir.) diğer yanda en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayanlar. Bir yanda  kullanmadığı yetenekleri olanlar (örneğin iyi derecede yabancı dil bildiği halde kullanmayanlar, iyi derecede müzik yeteneği olduğu ayda yılda bir tıngırdatma dışında kullanmayanlar, belli bir konuda kitap yazacak kadar bilgisi ve uzmanlığı olduğu halde kullanmayanlar, vb), diğer yanda bu tür yeteneklere yakıcı ihtiyaç duyduğu ve sahip olduğunda dünyayı devirebilecek olduğu halde sahip olamayanlar. Bir yanda bir takım yetenekleri salt kişisel çıkar (maddi çıkar olmasa bile kişisel prestij ve şan şöhret) için kullananlar, diğer yanda bu yeteneklerden ömür boyu mahrum bırakılarak birincilerin hayranı olmaya koşullananlar. Salt paylaşım elbette kendi başına sorunu çözmez. Ama en azından sosyalizmin başlangıç evrelerinde, kullanılabilir durumda olan ama kişisel ihtiyaç fazlası olarak kullanılmayan her türlü olanağın (ki bunlar toplamda dev çaplıdır), toplumsallaşmış kullanım değeri hale getirilmesi, ve bunlardan ihtiyaç duyanların da yararlanmasını ve paylaşılmasını sağlamak, önemli olacaktır.

Doğrudan üretken olmayan emeğin üretken emekten daha hızlı büyümesi gibi, yönetsel işlerin de üretken işlerden daha hızlı büyümesi, kapitalizmin bir karakteristiğidir. Bunu, neoliberalizmin “minimal devlet” yalanına ve onca özelleştirmeye karşın, devletin ve bürokrasinin nasıl azmanlaştığından görebiliriz. Aynısı “yönetici kademelerin azaltılması” yalanına karşın şirketler için de geçerlidir. 20 kişi bir iş yapacak olsa, eskiden başlarında bir yönetici varken şimdi üç yönetici vardır! Bunun bir nedeni yöneticilerin kendileri artı-değer üretmiyor olsa da, işlerinin altındakilerden daha çok artı-değer çıkarılmasını sağlamak olmasıdır. Bir diğer nedeni, günümüz kapitalizminin çelişkili ve çatışmalı ilişkileri had safhada artırması, ve bunun da bu ilişkileri yönetebilmek için daha fazla yönetim ve yöneticiyi gerektirmesidir. Bir başka neden, ister ekonomik ister siyasal olsun ilişkilerin alabildiğine karmaşıklaşmasının (ve büyüyen belirsizlik alanlarının), karar süreçlerini zorlaştırması, bilimum uzman, analist, danışman ve yönetim destek personeli ordusunu gerektirmesidir.

Bu da, kapitalizmde tabii yine tek tek CEO, başkan, müdür gibi “özel birey”lerde cisimleşiyor olmasına karşın, yönetimin de nasıl toplumsallaştığını gösterir. Burada da yalnız devletin değil, her türlü yönetimin doğrudan toplumsallaştırılarak sönümlendirilme sürecine sokulması olanak ve zorunluluğunun nasıl geliştiğini görebiliriz. Yalnız kapitalist üretim ilişkileri değil yönetim ilişkileri de, toplumsal üretici güçlerin dev çaplı gelişmesini kapsayamaz ve yönetemez ve engeli haline geliyor. Bir takım özel yöneticilerin, tarihsel olarak gereksizleşmesi eğilimini gösteriyor. Günümüzün üstyapı sarsıntıları, meşruiyet, yönetememe, rejim ve devlet krizleri bunun bir ifadesidir. Ama yalnızca devlet  değil, çoğu kapitalist şirket ve kurumda da (aile dahil!) yönetici ve yönetememe krizlerinin görmek mümkündür. Bu da yönetimin, ama her türlü yönetimin, (kapitalizmde elbette mümkün olmayan) işçilerin ve kitlelerin doğrudan ve aktif katılımı ve yer almasıyla, gerçek toplumsallaştırılmasına tarihsel bir çağrı olduğu gibi, bunu her zamankinden fazla olanaklı ve zorunlu kılıyor.

Kapitalizm açısından hizmet sektöründe sorun, görülmemiş şişmesine karşın toplam toplumsal yeni değer üretimine katkısının halen görece sınırlı kalması, üretkenliğinin sanayiye göre düşük olması, aynı zaman ve yerde gerçekleştirilebilen hizmet üretimi ve tüketiminin birbirinden ayrıştırılmasının daha zor olmasıdır. Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ve şirketleştirilmesi, her türlü hizmet faaliyetinin sermayeleşmesi, hizmet sektöründe de makinalaşma, endüstrileştirme ve verimlilik/performans/güvencesizleştirme düzenlemeleri, akademisyen, hekim, avukat gibi vasıflı hizmet emeğinin parçalanarak standardize edilmesi, vasıflı hizmet emeğinin yıkıcı işçileştirilme süreçleri, bu çerçevededir. Bu açıdan Endüstri 4.0 programlarının bir hedefinin de hizmet sektörünü azami değer üretir hale getirmek, verimliliğini azami yükseltmek ve hizmet alanında üretim ile tüketimi azami ayrıştırmak olması da dikkat çekicidir.

Hizmetlerin muazzam genişleyip çeşitlenerek ve toplumsallaşarak, ayrıştığı üretim ile yeniden ve bir üst düzeyden kaynaşma sürecinin, daha gelişkin bir sosyalizm açısından başka imaları da vardır. En başta üretim ile yeniden üretim arasındaki ayrımın incelmesi ve birbirine daha geçişli hale gelmesi. Üretimde bilgi ve hizmetin yanısıra, tasarım, kültür, estetik, duygu gibi eskiden salt yeniden üretim/üstyapı’ya dair sayılan öğelerin öneminin artması. Yeniden üretimin ise artan ölçüde ve başlıbaşına endüstriyel üretim süreçlerine dönüşmesi. Örneğin günümüzde bilgi, iletişim, eğitim, sağlık, kültür, sanat, seyahat, turizm, spor, oyun, eğlencenin her birinin, nasıl milyonları kapsayan endüstri dalları haline geldiğini görüyoruz. Bu yüzden üretim ve yeniden üretim hizmetlerinin toplumsallaşması, aynı zamanda üretimin ve yeniden üretimin her birinin toplumsallaşmasını geliştirmekle kalmaz, ikisini kaynaştırarak toplumsallaşmaya yeni bir derinlik kazandırır. Aynı zamanda emeğin toplumsallaşmasını da genişletir ve derinleştirir. Tek bir bireyin emeğinde, yalnız ürettikleri sayısız ürünü tükettiği sanayi işçilerinin emeği değil, aynı zamanda sundukları sayısız hizmeti (eğitim, sağlık, ulaşım, sanat, spor, eğlence, vd) tükettiği hizmet işçilerinin emeği de cisimleşir.

Böylece daha gelişkin bir sosyalizmde üretim ile yeniden üretim arasındaki ayrım, dengesizlik ve çelişkinin, dolayısıyla erkek emeği/kadın emeği arasındaki çelişkinin, dolayısıyla çalışma zamanı ile serbest zaman arasındaki çelişkinin, aynı zamanda bir yanıyla da altyapı ile üstyapı arasındaki çelişkinin kaldırılmasının kolaylaşacak ve hızlanacak olması. Üretimin yeniden üretim (bilim, eğitim, sağlık, sanat, spor, vd) ile çelişkisinin kalkması ile giderek daha dolaysız olarak yeniden üretim haline gelmesi. Toplumsal üretim ve toplumsal yeniden üretimin, bir takım ürün ve hizmetlerden ziyade, giderek daha dolaysız biçimde toplumsallaşmış bireylerin birbirlerini üreterek ve yeniden üreterek tüm yönlü geliştirmesi anlamına gelmesi.

Kapitalizmde kitlelerin kısıtlı “serbest zamanı”nın büyük bölümünü de eğitim, sağlık, ulaşım sorunları ve (kadınlara yıkılan) ev hizmetleri, çocuk, yaşlı, sakat, hasta bakım hizmetleri yutar. Sosyalizmde hizmetler de doğrudan toplumsallaştırılır. Eğitim, sağlık, çocuk bakımı gibi konulara öncelik verilerek, toplam toplumsal olarak gerekli zamandan bu konulara daha fazla pay tahsis edilir. Her konuda olduğu gibi, örneğin sağlık konusu da basitçe bir “sektör” olarak düşünülmez, toplumsal yaşamın bütününden analiz edilir. İnsan-insan ve insan-doğa ilişkilerinde (her türlü teknoloji, ürün, malzeme, vd dahil), insan ve doğa sağlığına zararlı her türlü etkenin (yan etkilerine varana kadar) saptanması ve ortadan kaldırılması, yerlerine hem insan hem doğa için esenlikli olanların geliştirilmesi hedeflenir. Böylece eğitim, sağlık, ulaşım, ev ve bakım hizmetleri vbne daha fazla toplumsal zaman ayrıldığı halde (ki bu alanların da doğrudan toplumsallaştırılması, üretkenliğin hızla yükseltilmesi ve tüm yaşam alanları arasında toplumsal bütünleşmenin hızlanmasıyla bunlara ayrılan zaman da azalacaktır), herkes için nitelikli ve çok yönlü toplumsal sağlık, eğitim, ulaşım, bakım vd olanakları hızla gelişecek ve bunlar için gerekli kişisel kullanım zamanı da hızla azalacaktır.

PERAKENDE TİCARETİN TOPLUMSALLAŞMASI

Meta üretim ve dolaşımındaki dev çaplı genişlemeyle birlikte piyasa alanında önemli dönüşümler gerçekleşiyor: Genişleyen meta kitlesinin önemli bölümü gerçekte “endüstri içi ticaret” denilen, aynı tekellerin farklı ülkelerdeki işletmeleri ya da tedarik ağları arasındaki birbirine girdi-çıktı üretimidir. İkincisi şirketlerin ve tedarik zincirlerinin üretiminin büyük bölümü bilinmeyen bir pazardan ziyade yukarıdan aşağıya belirlenen “siparişe göre üretim”dir. Üçüncüsü, perakende ticaretin de büyüyen bölümünün tekelci hiper market zincirlerinde gerçekleşmesidir. Dördüncüsü, “her türlü nesneye yeni imalat biçimleriyle yeni kullanım değerleri kazandırılması ve eski nesnelerin yararlı yeni özelliklerinin keşfedilmesi”yle, yeni ihtiyaçların yaratılmasının üretimin iç dinamiği haline getirilmesinin en üst düzeye çıkarılması. Beşincisi, “doğrudan doğruya toplumdan kaynaklanan yeni ihtiyaçlarının keşfedilmesi, yaratılması”nın başlıbaşına dev çaplı bir toplumsal araştırma-analiz dalı ve sektörü haline gelmesi.

Bunlar muazzam genişleyen ve çeşitlenen piyasanın içinde, aynı zamanda onu sönümlendirme koşullarının da nasıl geliştiğini gösterir.  

Aşırı sermaye birikimi krizinin doğurduğu realizasyon krizi, ticari sermayenin de önemini ve artı-değerden aldığı payı artırdı. Öyle ki Wall Mart, Amazon, e-Bay, Ali Baba gibi dev e-ticaret zincir ve platformları, dünyanın en hızlı büyüyen, en büyük tekelleri arasına girdiler. Öyle ki yeni gelişmekte olan teknolojilerinin yatırım alanlarında bu gibi elektronik ticaret şirketleri öncelikli yer tutuyor. Dünyayı saran uluslar arası mağaza, perakande zincirleri, AVM’ler… Para sermayedeki şişme ve yoğunlaşma ile aynı nedenden kaynaklanıyor olmasına karşın ticari sermayedeki şişme ve yoğunlaşma görülmüyor. Aşırı-spekülasyon görülüyor, ama aynı aşırı-sermaye birikimi krizinden kaynaklanan aşırı-üretim, aşırı-ticaret, aşırı-rant, aşırı-hizmet, aşırı-yönetim görülemiyor.

Günümüzde ortak mutfak ve yemekhaneler bize arkaik gelse de, kapitalizmin milyonlarca küçük dükkanı nasıl birkaç yüz büyük hiper market zincirinde topladığını, milyonlarca küçük tarım işletmesini nasıl bir kaç bin büyük tekelci kapitalist çiftikte yoğunlaştırdığını görmek zor değil. Üretim kadar tüketimin de yoğunlaştırılıp toplumsallaşması, sosyalizmin başlıca önkoşullarından biridir. Kaldı ki aynı fikir, milyonlarca özel otomobil yerine, ileri kitle ulaşımının geliştirilmesi, bunun sağlayacağı mekan, zaman, emekten (dahası çevreye maliyetinden) tasarruf, aynı fikrin başka bir ifadesidir.

Üretimin yoğunlaşmasıyla birlikte toptan ve perakande ticaretin de yoğunlaşması, daha gelişkin bir sosyalizmin bir diğer koşulunu oluşturuyor. Satılan her ürünün banka kartları ve otomotik bilişim-iletişim sistemleri üzerinden bankaların, ticaret zincirlerinin ve üretici şirketlerin kaydına geçmesi, yeni üretim partileri siparişlerinin bunlar üzerinden verilmesi, vd. Böylece finans, sanayi, ticaret arasındaki toplumsal bütünleşme süreçlerini de görebiliyoruz. Tüm bunlar, doğrudan toplumsallaşan üretimin doğrudan toplumsallaşan ihtiyaçlar için olduğu sosyalizmde, toplumsal üretim ile toplumsal ihtiyaçların da doğrudan kaynaştırılması doğrultusunda gelişen dinamikleri gösteriyor.

Sosyalizmde, işçinin çalıştığı süre, teknik olarak bugünkü banka kartlarına benzeyen, ama satılamaz ve devredilemez olan, kişiye zimmetli “zaman-kartı”na işlenir. İşçi bu kartla istediği ürün deposundan, isterse e-çekiş biçiminde, şu kadar zaman eden ürünleri çekebilir. Bunlar da kartına işlenir. Burada artık bir mübadele değil, birey ile toplum arasında, daha doğrusu toplumun üyeleri arasında, bir etkinlikler değiş tokuşu vardır. Toplumsal yeniden üretim hizmetleri ise, başta toplumsal eğitim, sağlık, ulaşım, kreşler, çocuk yuvaları, kültür, sanat olmak üzere, herkese ya zaman edersiz ya da sembolik bir edere sunulabilir. Ancak bireylerin topluma sundukları çalışma saatlerinin ne kadarının toplumsal ihtiyaçlar (çalışamaz durumda olanların ihtiyaçları ve yapılacak yeni toplumsal yatırımlar) için kesildiğini, bu toplumsal kesintilerin nereye nasıl harcandığını da saydamca denetleyebilmesi ve bunlarda söz ve karar sahibi olabilmesi de gerekir. Böylece emek-değer yasasının son kalıntısı, sadece planlamada, çok çeşitli üretim ve ihtiyaç alanlarının her birine ne kadar üretim aracı ve emek tahsis edileceğinin belirlenmesinde bir hesap yöntemine indirgenir. Ama ürün ve hizmetlerin, giderek dolaysız toplumsal etkinler olarak değiş tokuşunda kesinlikle işlemez. Ürün ve hizmetlerin herkesin ihtiyacına göre dağılımının yapılabileceği bollaşma ölçüsünde, emek-değer’in bu son biçimsel kalıntısına da artık gerek kalmaz. Ancak tüm bunlar için, işbölümünün de eski biçimiyle (işbölümünün şu veya bu halkasına tabi olmak) sönümlenmesi ve emeğin dolaysız biçimiyle sönümlenmesi sürecinde daha hızlı yol alabilmek gerekir ki; toplumsal-bileşik emek üretkenliğinin ve bilginin dolaysız üretken güç olma derecesinin günümüzde geldiği düzey, bunları daha olanaklı hale getirmektedir.

“Birey emeğinin sonucu olarak, özgül bir ürün değil, fakat komünal üretimden belli bir pay” elde eder. Değişim değerlerinin değişiminde zorunlu olarak ortaya çıkan emeğin bölünmüş örgütlenişi (işbölümü) yerine, üretim bireyin ortak tüketimindeki payını doğrudan sağlayacak biçimde örgütlenir. Marx, böyle bir komünist emek örgütlenişinin yerine getirmesi gereken bazı görevlere dikkat çeker. Birincisi, fiilen harcanan emek zamanı miktarı belirlenmelidir. İkincisi, “ortalama emek araçlarıyla” bir ürünün hangi sürede üretilmesi gerektiği saptanmalıdır. Üçüncüsü, üreticilerin emeklerinin eşit derecede üretken olacağı koşulların sağlanması (dolayısıyla, emek araçlarının dağıtımının eşitlenmesi ve düzenlenmesi) zorunludur. Dördüncüsü, üretimin değişik dallarına ayrılacak emek zamanı miktarı belirlenmelidir. Kısacası, emeğin komünist örgütlenmesi, “üretim bir bütün olarak ve ortakların gereksinmelerini giderecek oranlarda düzenlenmesi” güvenceye alınmalıdır. (Grundrisse)

Peki, sosyalizmin gelişim sürecinde, bileşik (nitelikli) emek ile basit emek arasındaki ayrım ne olacaktır? Daha nitelikli ve/veya daha üretken ve yaratıcı alanlardaki emek, ürün ve hizmetlerden daha büyük pay mı alacaktır? Sovyet deneyiminde, üretkenlik ve uzmanlar gibi konularda sıkışmalarla, parça başı ücret, prim ve performans sistemlerinin uygulanması, kafa emeği ile kol emeği, 1. sektör işçileri ile 2. sektör işçileri arasındaki ücret farkının giderek büyümesine yol açmıştı.

Günümüzün daha ileri olanakları ile birlikte, yukarıda vurguladığımız sistem ise, doğrudan emekgücünün (çalışma yeteneğinin) meta olmaktan çıkarılmasına, yani ücret sisteminin kaldırılmasına yönelmektedir. Burada artık, üretim ve emek, piyasa ve emek-değer yoluyla değil, doğrudan toplumsaldır. Topluma sunduğu faaliyet ile toplumsal üretimden aldığı pay arasında, sermaye, meta, ücret gibi dolayımlar yoktur. İşbölümüne de tabi değildir. Toplumsal ihtiyaçlardaki gelişmelerle, çeşitli faaliyet alanları arasında gerekli emek dağılımının değişmesi ve durmaksızın yeni faaliyet alanlarının ortaya çıkmasıyla, faaliyet alanını da belli süreler zarfında ve giderek istediği zaman değiştirebilecektir. Herkesin temel ihtiyaçlarının güvenceye alındığı (ki bunu zorunlu toplumsal ihtiyaçların giderek genişlemesi ve gelişmesi biçiminde düşünmek gerekir) ve emeğin de daha ileri düzeyde toplumsallaştırıldığı (ki bunu da özel emeğin sönümlenmesi olarak düşünmek gerekir) koşullarda; birilerinin daha nitelikli emeği olduğu veya filanca konuda daha yetenekli olduğu için diğerlerinden daha büyük pay alması ve ayrıcalık kazanması, anlamsızlaşacak ve gereksizleşecektir. Çünkü her türlü üretim, hizmet, faaliyet ve tabii ki bebek bakım, çocuk yetiştirme ve eğitimin de (piyasa dolayımıyla değil) daha baştan toplumsal olduğu koşullarda, daha nitelikli emek de, daha baştan tüm toplumsal emeğin ortak ürünüdür. (Kaldı ki belli bir kişinin çalışma yeteneğinin o kişinin özel mülkü olduğu, kapitalizmin en temel önvarsayımlarından biridir. Bu yüzden özel temellükün kaldırılmasına sermaye kadar emek de dahildir. Çünkü bunların biri diğerini yeniden üretir.)

Evli/bekar, çocuklu/çocuksuz olma gibi farklara gelince. Bunlar yeniden üretim, cinsler arası toplumsal işbölümü, kadın ve aile sorununa ilişkin farklardır. Yeniden üretimin doğrudan toplumsallaşması, cinsiyetçi işbölümünün kaldırılması, çocukların filanca anne-babanın iradesinin uzantısı ve özel mülkü sayılmaktan çıkarılması, kadınların başta yönetim olmak üzere her türlü faaliyete aktif katılım ve yer alması ve tam hak eşitliği, aile kurumun da sönümlenme sürecine girmesiyle, bu gibi fark ve eşitsizlikler de ortadan kalkar. Günümüz kapitalizminin çoktan iflas etme ve çözülme sürecine girmiş aile kurumunun devlet ve erkek zorbalığı ve paslı vidalar ile ayakta tutulmaya çalışılması da bunun en bariz bir göstergesidir.

Emeğin geniş çaplı olarak dolaysız üretici güç olmaya devam ettiği ve dolaysız yığın emeğinin azalmayıp arttığı, işbölümünün eski biçimiyle devam ettiği ve daha da arttığı koşullarda, yalnızca tarımsal ve toplamda geniş çaplı küçük meta üretiminden dolayı değil, kolektif mülkiyet ve planlamaya dayalı sanayi üretiminde de emek-değer yasası ve metalaştırma basıncı giderek artar. Sovyet deneyiminde yaşanan ne yazık ki bu olmuştur. Bunu ortadan kaldırmanın yolu, yalnızca ve basitçe her şeyi salt zamanla ölçmek değil, bir ve aynı zamanda, emeği dolaysız üretici güç olmaktan ve nitelikçe farklı üretim/emeklerin işbölümüne tabi olmaktan olabildiğince hızlı çıkartmaktır. Yani emeğin ve işbölümünün eski biçimlerinin sönümlendirilmesini hızlandırmaktır. 

EMEĞİN TOPLUMSALLAŞMASI

Aynı paralelde emeğin toplumsallaşması da görülmemiş boyutlar kazanmıştır. Dünya çapında yıkıcı proleterleşme dalgalarıyla, egemen uluslardan yetişkin erkek ağırlıklı sınai kol emeğinin yanısıra, kafa emeği, eğitimli emek, kadın emeği, çocuk emeği, tarım emeği, hizmet emeği, ezilen ulus emeği, göçmen emeğinin her biri dev çaplı toplumsallaşıyor ve birbirine bağlanıyor; niteliksel olarak farklı emek türleri arasındaki ayrımlar giderek eriyor. Tıpkı sermayenin özel/bireysel sermaye olmaktan çıkması gibi, emek de özel/bireysel emek olmaktan çıkıyor.

Emek yalnız çalışma sürecinde değil, yeniden üretilme süreci itibarıyla da toplumsallaşıyor. Eskiden aile/anne, okul/öğretmen ile sınırlı olan emekgücünün üretimi ve yeniden üretimi, bugün hazır bebek pedinden hazır mamaya, otomatik çamaşır makinesinden bulaşık makinesine, bilgisayardan cep telefonuna, sağlıktan ulaşıma kadar, kapitalizmde meta dolayımlı olarak kalsa da, toplumsallaşmış, tüm bir toplumsal emeğin eseri haline gelmiştir. Dolayısıyla tek bir bireyin emeğinde, tüm bir toplumsal emek cisimleşmiş olmaktadır.

Her türlü emek, ancak sermayeyle ilişkisi içinde üretken emek, çalıştığı patronlara artı-değer üreten emek, ücretli emek olarak yeniden tanımlanıyor. Her türlü emekgücü sermaye ile ilişkilendiği ve tek amacın sermayeyi büyütmek olduğu koşullarda, üretimin toplumsallaşması emeğin toplumsallaşmasıyla derinleşiyor. Toplumsal üretimi yeni ve daha üst bir düzeyden geliştirmenin tek yolunun üretimin ve emeğin (ve insanın) daha fazla toplumsallaşması, dolayısıyla gerçek anlamda ve doğrudan toplumsallaştırılması olduğu açıklık kazanıyor.

Üretici güçlerin dev çaplı toplumsallaşmasının nitelikçe farklı emek türleri arasındaki ayrımları eritmekle kalmıyor. İşçi sınıfı içerisinde, ömür boyu bir yana, 5 yıl bile aynı işte, hatta aynı meslekte, aynı işkolunda çalışabilenlerin oranı hızla azalıyor. Esneklik, güvencesizlik vbnin emek üzerindeki korkunç yıkıcılığına karşın, emeği özel emek olmaktan çıkarıp evrensel- dev çaplı toplumsallaşan emek haline getirmenin bir diğer boyutunu oluşturuyor:

“Büyük sanayi, getirdiği felaketler aracılığı ile, üretimin temel yasası olarak, işin çeşitliliğinin kabul edilmesi zorunluluğunu ortaya koyarak, işçilerin, bu çeşitli işler için yatkın duruma gelmesini ve bu yeteneklerin en geniş ölçüde gelişmesini sağlamıştır. Üretim tarzını, bu yasanın normal olarak işlemesine uydurmak, toplum için bir ölüm-kalım sorunu oluyor. Büyük sanayi, gerçekte, toplumu, bütün yaşamı boyunca bir ve aynı işi yineleyerek güdükleşen ve böylece bir ‘parça-insan’ haline gelen bugünün parça-işçisinin yerini, çeşitli işlere yatkın, üretimdeki herhangi bir değişmeyi karşılamaya hazır ve yerine getirdiği çeşitli toplumsal görevleri, kendi doğal ve sonradan kazanılmış yeteneklerine serbestçe uygulamı alanı sağlayan bir şey olarak benimseyen tam anlamıyla gelişmiş bir bireyi koymayı, bir ölüm-kalım sorunu halinde zorlamaktadır.” (Marx, Kapital Cilt 1, s498)

Marx, işteki çeşitlenmeye, üretim ve emeğin toplumsallaşmasının bireyin de – çok yönlü yeti, ilişki ve ihtiyaçlarının gelişmesiyle- toplumsallaşmasını zorunlu kılmasına, “üretimin temel yasası” diyor.  Sermaye birikiminin mutlak genel yasasını, kar oranlarının düşme eğilimi yasasını ezbere bilenlerin, üretimin temel yasasını hep gözardı etmesi şaşırtıcıdır. Oysa bu yasanın günümüzdeki işleyiş biçimini, herkesin kendisinden ve çevresinden görmesi mümkündür: Birkaç yıl belli bir işte, 3-5 ay bambaşka bir işte, sonra daha başka bir işte çalışan işçiler artık çoğunluğu oluşturmaktadır.  Öğretmenken inşaat işçiliği ve taksi şoförlüğü yapanlar mı istersiniz, mağazada çalışırken kendi olanaklarıyla bilgisayar programcılığı öğrenip web tasarımcılığına geçenler mi, 3-5 yıl içerisinde 3-5 ayrı sektör dolaşanlar mı? Sermayenin özellikle kafa işçilerinden durmaksızın yeni yetiler geliştirmesini istemesi, örneğin durmaksızın yeni programlama dilleri öğrenmesini istemesi, çoğu işçiye kendi tanımlı işinin dışında farklı işler de yapmasını istemesi, vd.

Marx, hemen ardından kendi dönemindeki, işçi çocuklarına mesleki ve teknik eğitim okullarının ilk uygulama örneklerine işaret eder ve şunları söyler:

“İşçi sınıfı iktidara geldiği zaman – ki bu kaçınılmaz birşeydir- , hem pratik, hem teorik teknik eğitimin, işçi sınıfı okullarında layık oldukları yeri alacaklarına hiç kuşku yoktur. Eski tip işbölümünün ortadan kalkmasıyla sonuçlanacak olan böyle bir devrimci oluşumun, kapitalist üretim biçimi ve işçinin bu biçim içerisinde aldığı ekonomik statü ile taban tabana zıt olduğuna da hiç kuşku yoktur. Ama belli bir üretim biçiminin içinde yatan uzlaşmaz çelişkilerin tarihsel gelişimi, bu üretim biçiminin çözülüp dağılarak yerine bir yenisinin kurulmasını sağlayan tek yoldur. ‘Kunduracı çizmeden yukarı çıkma!’ sözü, elzanaatlarının bu doruğa ulaşmış bilgeliği, saatçi Watt’ın buharlı makineyi, berber Arkwright’ın çıkrığı, kuyumcu Fulton’un buharlı gemiyi bulmalarıyla, düpedüz saçma bir söz haline gelmiştir.” (Marx, Kapital Cilt 1, s499)

Bugün bunun da hangi biçimleri aldığını biliyoruz: Eğitim ile üretimin, sanayi ile üniversitelerin iç içe geçip bütünleştirilmeleri, meslek teknik liselerinin fabrikalaşması, üniversitelerin tekno-parkların yanısıra sanayiye proje üretim merkezlerine dönüşmesi, lise öğrencilerinin staj adı altında haftada 3 gün, üniversite öğrencilerin en az bir-iki dönem intern adı altında, sanayi ve işyerlerinde çalışması, vd. Türkiye kapitalizminin “etkin işgücü programı”, 2 milyon öğrencinin sanayi ve çeşitli işlerde çalıştırılmasıyla, dev bir yeni teknik işgücü ordusu oluşturma hedefini de kapsamaktadır. Bugün dahi, büyük otomobil fabrikalarının herbirinde en az birkaç yüz stajyer öğrencinin çalıştırıldığını görebilirsiniz.

Üretimin temel yasasının gözardı edilmesi ve yok sayılmasının en ağır sonucu, işbölümü sorununun, hem günümüzdeki sınıf mücadelesindeki hem de sosyalizm/komünizm kuramındaki kritik öneminin silinmesidir. Oysa kapitalizmde üretimin parçalanması aslen teknik işbölümünün toplumsal işbölümüne çevrilmiş görünmesi, şirketlerdeki iç taşeronun bile teknik işbölümünden başka bir şey değilken toplumsal işbölümü gibi görünmesidir. Diğer taraftan eskiden işçi sınıfına dışsal görünen kafa emeği/kol emeği, kadın emeği/erkek emeği, kent/kır, uluslar arası işbölümlerinin, işçi sınıfının içindeki teknik işbölümlerine çevrilmiş oluyor; yani emek türleri arasındaki niteliksel farklar, yerini giderek geriye doğru kapanan niceliksel farklara dönüşüyor. Başka deyişle, işçi sınıfı içinde halen dört elle sarılınan “statü”, “ayrıcalık” vb gerçekte toplumsal işbölümünün gölge biçimi ve kalıntılarından başka bir şey değildir.

Günümüzde emekgücünün ve yeniden üretiminin de dev çaplı toplumsallaşması, hizmetler alanının da dev çaplı toplumsallaşması ve üretimle kaynaşması ile kadın emeğinin bireysel/özel emek olmaktan nasıl çıkmaya başladığı, kol-kas gücünün de giderek gereksizleşiyor ve gereksizleşecek olmasıyla, erkek ile kadın arasındaki ayrım, ayrıcalık, eşitsizliğin sönümlendirilmesinin koşullarının nasıl daha fazla olgunlaştığını da görmek gerekir.

GENEL ZEKA

(Üretim, iletişim, ulaşım araçları-bn) İnsan beyninin, insan eliyle yaratılmış organlarıdır; bilimin nesnelleşmiş gücüdür. Sabit sermayenin gelişme düzeyi, genel toplumsal bilginin, knowledge’ın (bilginin-bn), ne dereceye kadar dolaysız bir üretici güç haline geldiğini ve dolayısıyla toplumsal yaşam sürecinin koşullarının ne dereceye kadar general intellect’in (genel zekanın-bn) kontrolü altına girmiş olduğunu, ne dereceye kadar dönüştürülüğ ona uyarlı biçime sokulmuş olduğunu gösterir. Toplumun üretici güçlerinin, salt bilgi biçiminin ötesinde, ne dereceye kadar toplumsal pratiğin, maddi yaşam sürecinin dolaysız organları halinde üretilmiş olduklarını ortaya koyar.” (Marx, Grundrisse, s654. Alt çizmeler Marx’a ait)

Günümüz kapitalizmi, bilginin dolaysız ve dev çaplı bir üretici güç haline getirilmesini en üst düzeye çıkardı. Bunu AR-GE ve İnovasyonun başlıbaşına ve en kilit üretim alanları haline gelmesinden, bilişim-iletişim teknoloji ve sanayilerinin yükselişi ve hızlı yaygınlaşmasından, her türlü ekonomik (ve diğer) faaliyetin artan ölçüde bilişim-iletişim teknolojilerine ve ağlarına bağlı hale gelmesinden görebiliriz. İnternet şirketleri ve internet tabanlı şirketlerin hızlı yükselişinde, meta ve artı-değer olarak veri işleme ve bilgi üretiminin hızla genişlemesinde, internet üzerinden veri analiziyle mal ve hizmet üretiminin hızla genişlemesinde, toplam sermaye içinde enformasyon sermayesinin kar payının artmasında, üniversiteler gibi bilgi üretim alanlarının yaygınlaşıp şirketleşmesinde, silikon vadilerinin dünya çapında yayılmasında, dijital platformlarla fiziksel sistemlerin giderek birbirine yakınsaması ve iç içe geçmeye başlamasında, görebiliriz. Üretimde tam otomasyonun, siber-fiziksel sistemlerin, nesnelerin endüstriyel internetinin, yapay zekanın ufukta belirmeye başlamasından görebiliriz.

Toplumsal bilgi birikiminin en büyük dolaysız üretken güç haline gelmesine karşılık emeğin dolaysız biçimiyle üretimin temeli olmaya devam etmesi; kapitalist sistemin uzlaşmaz iç çelişkilerinin günümüzdeki tarihsel gelişim ve keskinleşme sürecinin en çarpıcı ifadelerinden biridir.

Toplumsal bilgi birikiminin (genel zeka) en büyük dolaysız üretici güç haline gelmesinin günümüzde ulaştığı düzeyin, daha gelişkin bir sosyalizme sunduğu olanaklara bakalım:

Yalnızca serbest zamanın herkes için genişlemesi ve yalnızca emek-gücünün meta olmaktan çıkarılması değil: Emeğin bir bütün olarak üretimin temeli, dolaysız üretici güç olmaktan çıkarılması sürecinin hızlandırılması. Günümüz kapitalizminde işsizlik ve kronik işsizlik patlaması, bütün yıkıcılığına karşın, aynı zamanda bu doğrultudaki tarihsel zorunluluk eğilimin (emeğin dolaysız üretici güç olmaktan çıkması) bir ifadesidir.

Sosyalizm yalnızca özel mülkiyet, özel temellük ve özel iktidarın kaldırılması ile meta ve devletin sönümlendirilmesi sürecine sokulması değildir. Bir ve aynı zamanda emeğin de özel emek olmaktan çıkarılması, ve emeğin (ve işbölümünün) eski biçimiyle sönümlendirilmesi sürecidir. Çünkü soyut emeğin (emek-değer yasası vb) gerçek anlamda sönümlendirilme süreci, somut emeğin dolaysız üretici güç olmaktan çıkarılma derecesine bağlıdır.

Toplumsal bilgi birikiminin dolaysız üretken güç haline gelme derecesinin günümüzdeki düzeyi, kafa emeği ile kol emeği (ve her türlü işbölümü) ayrım, ayrıcalık ve eşitsizliğini sönümlendirme olanağını da büyütür. Üretim süreçlerinde emeğin rolü, artan ölçüde, günde birkaç saatliğine, bilgisayarlardan bir takım grafik ve diagramları izleyerek üretim süreçlerini yönetmekten ibaret hale gelir. Burada önemli bir nokta da, işçinin devleşen üretim araç ve teknolojileri altında ezilmekten ve bunların bir eklentisi olmaktan çıkıp, bilinçli-kolektif yöneticisi haline gelmesidir.

Kafa emeğine ve yönetime ilişkin iş ve süreçlerin de artan bölümünün basitleşmesi ve pratikleşmesi ile, tüm kol/beden işlerinin kafa emeğine dönüştürülmesi, tüm yönetilenlerin yönetime doğrudan ve aktif olarak katılıp yer alarak yönetenlere dönüşmesi; yani dolaysız/fizik emeğin, özel toplumsal kategoriler olarak da uzmanların ve yöneticilerin gereksizleşmesi süreci hızlanır. Kısalan çalışma süreleri ve genişleyen serbest zamanla herkesin, bilim, sanat, spor gibi daha yüksek ve yaratıcı faaliyet olanakları ve çok yönlü yetileri gelişir.

Böylece bir yandan vasıflı süreçlerin basitleştirilerek herkes tarafından yapılabilmesi sağlanırken, diğer yandan herkesin çok yönlü niteliksel, yaratıcı, kurucu yetilerinin gelişmesi. Olağanüstü çeşitlenmiş kurucu, örgütleyici, yaratıcı yetenek, sorumluluk ve inisiyatiflerin; ve bunlar arasında birbiriyle gelişen ve birbirini geliştiren, durmaksızın yeni ihtiyaçlar yaratan ve birlikte gelişerek gerçekleştiren, dinamik bileşim ve yeniden bileşimlerin toplum sathına yayılması.

Yaratıcı emek ve faaliyetlerin (bilim, teknik, sanat, spor, vd) önemli bir karakteristiği, kendini odaklandığı uğraş konusuyla özdeşleştirmesi ve bunları da geliştirmeyi, bir iç gelişim dinamiği haline getirebilmesidir. Marx, El Yazmaları’nda buna “kendini gerçekleştirme” der. Ancak kendini gerçekleştirmenin bir ihtiyacı gerçekleştirmekle mümkün olduğu ve en bireysel görünen ihtiyaçların dahi toplumsal olduğu unutulmamalıdır. (Negri gibi post-marksistlerin “öz gerçekleştirim”e ilişkin kurguları, kapitalizmde bireysel ile toplumsal arasındaki özel çıkar, meta, sermaye, kar, ücret, işbölümü vb dolayımlarını görmezden geldiği için ütopik kalmaktadır.) Bilgi, inovasyon, analiz, tasarım, estetik gibi halkaların sermaye birikiminde daha bir öne çıktığı günümüz kapitalizmi, yaratıcı emeğe her zamankinden fazla ihtiyaç duymaktadır. Yaratıcı emeğin toplam ücretli istihdam içindeki sayı ve oranı yükselmektedir. Ama aynı kapitalizm her türlü niteliği niceliğe çözerek, yaratıcılığın gelişmesinin ve yaygınlaşmasının başlıca engeli haline gelmektedir.

Sosyalizmde ise, bireylerin toplumsallaşmasının dolaylı biçimleri kaldırıldığı ve sönümlendirildiği ölçüde, yaratıcılığın önü daha fazla açılacaktır. Yaratıcılık “dahi” ya da “üstün yetenekli” bireylerin eseri gibi görünmekten çıkacak, herkes için doğallaşacaktır. Bireysel ihtiyaçlar ile toplumsal ihtiyaçlar arasındaki dolayım ve engellerin kalkmasıyla, bireylerin kendini geliştirmesi/gerçekleştirmesi ile toplumu geliştirmesi/toplumsal ihtiyaçları gerçekleştirmesi, bir ve aynı anlama gelecektir. Herkes için kendini ve insanlığı çok yönlü geliştirme/gerçekleştirme en büyük ihtiyaç ve doğallaşmış motivasyon ve yenilik/yenilenme kaynağı haline gelecektir. Sovyet deneyiminde maalesef olduğu gibi, verimliliği ve yaratıcılığı teşvik için maddi ve hatta manevi özendiricilere (ki bunların oynadığı olumsuz rol bilinmektedir) gerek olmayacaktır.

Toplumsal bilgi birikiminin en büyük dolaysız üretici güç haline gelmesinin günümüzdeki derecesi, her türlü faaliyetin doğrudan toplumsal bütünleşmesini, daha fazla olanaklı ve zorunlu hale getiriyor. Örneğin eskiden makine ve elektronik mühendisliği ayrı alanlarken şimdi ikisini birleştiren mekatronik mühendisliği ortaya çıktı. Eskiden otomotiv ve uzay-havacılık ayrı endüstrilerken şimdi ikisi bütünleşme sürecine girmeye başladı. Eskiden fiziksel ve dijital sistemler ayrı görülürken, şimdi siber-fiziksel sistemler yaklaşımı gelişiyor. Eskiden üretim mühendisliği üretim sorunlarını birbirinden bağımsız sorunlar olarak ele alırken şimdi üretim sürecini bir bütün olarak ele alan sistem mühendisliği ortaya çıkıyor. Eskiden eğitim ve üretim ayrı alanlardı, şimdi ikisi iç içe geçiriliyor. Yerli yabancı büyük sermaye örgütlerinin ve büyük şirket temsilcilerinin ve devlet temsilcilerinin birlikte yer aldığı ekonomik koordinasyon kurulları ortaya çıkıyor; yatırım karlılığını artırabilmek için, eğitimden emekgücü piyasasına, teknolojiden finansmana, yasal düzenlemelerden gümrüklere varana kadar eşgüdümlü koordinasyon sağlamaya çalışıyor.

Belli bir kapitalist üretim sürecini düşünelim. Makineler ve ekipman ayrı bir sistemdir. Tedarik ayrı bir sistemdir. Enerji ayrı bir sistemdir. Emekgücü ve emekgücünün eğitimi ayrı ayrı sistemlerdir. Finansman ayrı bir sistemdir. Organizasyon yapıları ayrı bir sistemdir. Enformasyon akışı ayrı bir sistemdir. İşletim ve kontrol mekanizmaları ayrı bir sistemdir. Piyasa zaten ayrı bir sistemdir, vb. Bu sistemlerin her biri ayrı ve birbirinden bağımsız kişi ve kurumlar tarafından yürütüldüğünde, dengesizlikler, israf, zaman kayıpları kaçınılmazdır. Bu sistemlerin birindeki bir eksiklik, fazlalık veya sorun zincirleme olarak diğer sistemleri de aksatacağından, ve zaten bir sistemdeki sorun başka sistemlerindeki sorunlardan kaynaklanmış olabileceğinden, yalnızca tek tek sorunları gidermeye çalışıp durmak çözüm değildir. Diyelim ki istenen türden emekgücü yetersizliği var. Üretimdeki değişen ihtiyaçlara uygun emekgücü yetiştirmek, eğitim sisteminin konusudur ve çok uzun zaman ister. Eğitim ile üretim birbirinden sapar ve kar düşüşlerine neden olur. Ama eğitim ile üretimi iç içe geçirir, eğitimin bir bölümünü doğrudan değişen üretim sürecinde gerçekleştirir ve üretimdeki her türlü yeni isteri doğrudan eğitim sisteminin girdisi haline getirirseniz, bu zaman aralığı daralır.

Günümüz bilişim-iletişim teknolojilerindeki gelişimle, tüm bu sistemlerin (ve bunlarla doğrudan veya dolaylı olarak bağlantılı her türlü sistemin) toplumsal-bileşik merkezi ve dinamik olarak düzenlenmesi ve yürütülmesi giderek daha olanaklı hale gelmektedir. Bu, bu sistemlerin herhangi birinde meydana gelen en ufak değişikliğin bilgisine, diğer tüm sistemlerin ve bütününün anında sahip olması ve bunun gerektirdiği düzenlemeleri kendilerinde, gecikmeksizin (yani tek bir alandaki eksiklik, fazlalık veya sorunun tümünde zincirleme aksaklık ve büyüyen dengesizliklere yol açmadan), eş zamanlı olarak yapılabilmesini sağlar. Kapitalizmin gelişimi (ve gereksizleşmesi) her türlü üretim sürecinin ve doğrudan veya dolaylı olarak bağlantılı her alanın (üretim/dolaşım, üretim/tüketim, sanayi/hizmet, sanayi/tarım, altyapı/üstyapı, üretim/yönetim vd) artan ölçüde toplumsal bütünleşmesi doğrultusundadır. Buna karşılık özel temellük, özel mülkiyet, özel yönetim, özel emek ve herşeyin özelleştirilmesi çılgınlığı, bu dev çaplı toplumsal bütünleşme süreçleri ve eğilimine karşı kapitalizmin direnme çabasıdır ve çelişkilerini had safhada keskinleştirir.

Kapitalizm tıpkı el emeğini beceriden soyduğu, bu becerileri makinelere geçirip nesnelleştirdiği ve dev çaplı toplumsallaştırdığı gibi: Bugün de kafa emeğini bilgiden soyuyor, bu bilgileri makinelere (bilgisayarlar, vd) geçirip nesnelleştiriyor ve dev çaplı toplumsallaştırıyor. Böylece bilgi de tek tek kafa emekçilerinin özel bilgisi olmaktan çıkıyor. Çiplerde, algoritmalarda, yazılımlarda, bilişim-iletişim teknolojilerinde, işletim ve kontrol sistemlerinde cisimleşmiş işlenmiş bilgi olarak, artan ölçüde her türlü “toplumsal pratiğin, maddi yaşam sürecinin dolaysız organları” haline geliyor.

İnternet şirketlerinin (Facebook, Google, vd), internet tabanlı mal ve hizmet üreten şirketlerin (Amazon, Uber, vb), silikon vadilerinin yükselişine ve yaygınlaşmasına bakalım. Bugün artık tüm büyük şirketler, internet tabanlı mal, hizmet üretimi ve e-ticarete yönelmektedir. Bilişim-yazılım şirketleri ve internet tabanlı şirketler ve işlerde, toplam sermaye içinde makine, ekipmanın tuttuğu yer oldukça düşüktür. Asıl sermayeleri, bilgi, toplumsal bilgi birikimidir. Marx’ın vurgusuyla “Genel Zeka”dır. Başka deyişle, tıpkı para-sermayenin tekelci burjuvazinin ortak sermayesi olması gibi, genel zeka da (toplumun tüm veri/bilgi birikimi) burjuvazinin ortak sermayesi haline gelmiştir.  Devasa para-sermaye fonlarından tekelci burjuvalar sermaye büyüklükleri, donanımları ve güçleri oranında yararlandıkları gibi, devasa veri/bilgi platformları ve akışından da, aynı biçimde yararlanmaktadır. Bu devasa veri platformları ve akışları, kolayca sermayeye ve metalaşmaya çevrilebilmektedir. Yalnızca Avrupa’da internet üzerinden kişisel veri piyasası (yani internet üzerindeki kişisel veri yığınlarının analiz edilip karlı meta üretim ve ticaretine çevrilmesi) hacmi 1 trilyon dolardır.

Böylece internet (ve cep telefonları) üzerindeki devasa veri birikimi ve akışı, toplumsal sermayeye dönüşmektedir. Tıpkı bankaların ve para sermaye fonlarının işlettikleri paranın kendilerine ait olmaması gibi, internet tabanlı şirketlerin de işlettikleri veriler kendilerine ait olmayan verilerdir. Tıpkı para sermayenin toplumsal serveti (kamusal emek fonları dahil) sermayeye çevirip yağmalaması gibi, internet tabanlı sermaye de toplumsal veri ve bilgi birikimini (milyonlarca insanın kişisel veri ve katkılarının toplumsallaşması dahil) sermayeye çevirip yağmalamaktadır.

Tıpkı para sermayenin temas ettiği her tekil sermayenin toplumsallaşmasını sağlaması gibi: Tek tek sayısız şirketin internet üzerinden neler çevirdiğinin ötesinde; internet de, sermayenin toplumsallaşmasının yeni ve daha ileri bir biçimidir.

Tıpkı devasa para sermaye fonlarının üretim araçlarıyla birlikte servetin de doğrudan toplumsallaştırılmasını kolaylaştıracak olması gibi: Muazzam bir hızla büyüyen internet, 1- Yüz milyonlarca insanın kişisel veri ve katkılarını toplumsallaştırıyor. 2- Muazzam bir hızla büyüyen internet ekonomisi, sermayenin daha büyük ölçüde toplumsallaşmasını sağlıyor. 3- En başta internetin, tüm toplumsal bilgi birikiminin, genel zeka’nın kendileri olmak üzere, üretici güçlerin ve servetin doğrudan toplumsallaştırılmasını daha da kolaylaştırıyor ve zorunlu kılıyor.

Bugün yalnızca internetin toplumsal proletarya tarafından ele geçirilmesi bile, burjuvaziyi eşekten düşmüşe çevirmeye yeter. (Bunun için ilk elde telekomünikasyon şirketleri, internet omurga sağlayıcıları ve servis sağlayıcılarının ele geçirilmesi yeterlidir. Dahası, Facebook, Google, Apple, Amazon ve bir kaç şirketin daha internetteki tüm akışın yüzde 70’ini kontrol etmesi, bu alandaki sermaye merkezileşmesinin boyutlarını gösterir.) Çünkü günümüz kapitalist ekonomisinin büyük bölümü; mal ve hizmet üretimi ve ticareti, finans ve spekülasyon dahil- artık internet üzerinden işlemektedir. Marx, Paris Komünarlarını ellerinin altındaki Merkez Bankası’na el koymadıkları için eleştirmişti. Bugün, üretim araç ve koşulları, bankalar, internet ve iktidara el koyulması ve toplumsallaştırılması bir bütündür. Çünkü zaten bunlar birbiri ile iç içe geçmiş, sermayenin toplumsallaşmasını boyutlandırmış, dolayısıyla bir bütün olarak doğrudan toplumsallaştırılmalarının koşul ve zorunluluğu da daha fazla olgunlaşmıştır. 

Marx, üretim araçlarının gelişmesinin, bunların ortak kullanımını zorunlu kıldığını söyler. Bu da emeğin toplumsallaşmasının bir biçimidir. Bugün bunun hangi düzeye geldiğini görmek için, aynı zamanda evrensel bir üretim ve hizmet aracı haline gelen internete bakmak yeter. 4 milyara yakın insan interneti ortak kullanmakta ve her gün milyonlarcası ona yeni katkılar yapmaktadır. Bilişim-iletişim sistemlerinin enformasyon emeğini de nasıl evrenselleştirdiğini görebiliriz. İnternette, sürekli yeni yazılımlar öğrenmek ve/veya geliştirmek durumunda olan bilişim işçilerinin, ortaklaşa kurduğu ve ortaklaşa yararlandığı yazılım/algoritma kütüphane/platformları vardır. Bazı yazılım kaynaklarında o yazılımın geliştirilmesine, sorunlarının giderilmesinde, başka işlevlere uyarlanmasında katkıda bulunanların isimleri de yazar. Tek bir yazılımın, birkaç yıl içinde, sayısız ülkeden birbirini uzaktan yakından tanımayan binlerce bilişim işçisi tarafından, kendi (ayrıksı görünen işyerlerinde ayrıksı görünen) işlerini yaparken, nasıl ortaklaşa geliştirildiğini görebilirsiniz.  Elbette emeklerin tek tek aritmetik toplamının çok üzerinde olan bu, emeğin evrensel-bileşik üretkenliğini kapitalistler karşılıksız cebe indirir, işçilere yalnızca bireysel-yalıtık emekmiş gibi kişisel ücret öder. Ancak tek başına bilişim-iletişim teknolojileri ve sanayi bile, üretim, iletişim, ulaşım araçlarındaki muazzam gelişmenin milyonların toplumsal-bileşik emek (ve bilgi) birikiminin cisimleşmiş biçimi olduğunu ve yine ancak milyonlar tarafından ortaklaşa kullanılarak geliştirilebileceğini gösterir.

Kapitalizmde bilişim-iletişim sistemlerinin gelişimiyle; artı-değer olarak bilgi üretimi, işyeri sınırlarından taşar. Üniversiteler, evler, kafeler, metrolar, vapurlar, giderek tüm mekanlar ve tüm zamanlar artı-değer üretim mekanı ve zamanı haline gelebilir. Bunun için bir laptop bilgisayar, bir cep telefonu yeterlidir. Türkiye’de de Starbucks gibi kafelerde, harıl harıl çalışmaya devam eden bilişim-iletişim işçilerini çokça görebilirsiniz. “Gecenin ve gündüzün, yaşın ve cinsiyetin tüm sınırlarının yıkılarak”, tüm zamanların ve tüm mekanların artı-değer üretim (ve realizasyon) zamanı ve mekanı haline getirilmesi. Günümüz kapitalizminin çalışma zamanı ve çalışma-dışı zaman (ve çalışma mekanı ile yaşam mekanı) arasındaki ayrımları ikinciler aleyhine belirsizleştirmesi, bunlar arasındaki çelişkiyi ortadan kaldırmaz, tam tersine keskinleştirir. Kapitalist, işçinin bir gıdımlık serbest zamanını bile kendi artı-değer sömürüsü zamanından çalınmış sayar. İşçi çalışma zamanının uzamasını kendi sosyal yaşamınının gasp edilmesi olarak görür. Zaman-mekan üzerinde kontrol mücadelesi, sınıf mücadelesinin önemli boyutlarından biridir. (Kaldı ki kapitalizmde iş/işyeri dışında çalışmayanlar açısından bile, bunlar serbest zaman ve mekan değil, yine kapitalizm tarafından koşullandırılan, kar realizasyon zaman ve mekanlarıdır.) Bununla birlikte çalışma ve çalışma-dışı zamanların (ve mekanların) daha geçişli hale gelmesi, sosyalizmde hem herkes için gerçek serbest zamanın genişletilmesi, hem de çalışma zamanı ile serbest zaman arasındaki karşıtlığın kaldırılması olanağını geliştirir. Kısalan çalışma süresi ile genişleyen serbest zaman (ve çalışma mekanı ile yaşam mekanları), birbirini engelleyen, dıştalayan olmaktan çıkıp birbirini bütünleyen, geliştiren, zenginleştiren yaşam süreçleri olacaktır. Zamanda ve mekanda özgürleşme bir bütündür.

KAPİTALİST ÜRETİMİN ÜÇ TEMEL OLGUSU VE KOMÜNİZM

Kapitalizm, bir yandan üretimin, emeğin ve bireyin dev çaplı toplumsallaşmasıyla ve böylece yeni ve daha yüksek bir üretim ve yaşam tarzının koşullarını ve zorunluluğunu oluştururken, diğer yandan bunları yine kapitalist özel üretim, mübadele, mülkiyet ve işbölümü ilişkileri sınırları içinde tutmak zorunda olduğu için krizlerden kurtulamaz.

“Kapitalist üretimin üç temel olgusu: 1) Üretim araçlarının az sayıda elde toplanması ve böylece bunların, doğrudan kullanan işçilerin mülkiyetinden çıkıp, toplumsal üretim güçleri halini alması. Bunlar hatta başlangıçta kapitalistlerin özel mülkiyetinde olsalar bile…. 2) Emeğin kendisinin toplumsal emek halinde örgütlenmesi: Elbirliği, işbölümü ve emeğin, doğal bilimlerle birleştirilmesi yoluyla. Bu, her iki anlamda da, kapitalist üretim tarzı, özel mülkiyeti ve özel emeği, çelişkili biçimlerde olsa bile ortadan kaldırır. 3) Dünya pazarının yaratılması.

Kapitalist üretim altında, nüfusa oranla gelişen muazzam üretkenlik ve sermaye-değerlerinin (bunun yalnızca maddi varlığının değil) aynı oranda olmasa bile, nüfustaki artıştan çok daha büyük bir hızla büyümesi, genişleyen servete oranla sürekli daralan ve bütün bu muazzam üretkenliğin kendisi için çalıştığı temelle çelişir. Bunlar, aynı zamanda, bu büyüyen sermayenin kendi değerini artırdığı koşullar ile de çelişir. Ve bunun sonucu olarak bunalımlar.” (Marx, Kapital Cilt 3, s279)

Üretimin, emeğin ve bireyin toplumsallaşmasının bugünkü düzey ve biçimlerinin ele alınması. Mali şişme, hayali sermaye, spekülatif sermaye ve banka/sanayi sermayeleri kaynaşmasının sermayenin toplumsallaşmasıyla ilişkisi ve bunun bugünkü düzey ve biçimleri. Keza hayali sermaye ve spekülatif sermayenin (tekelci oligarşik satın almalar ve birleşmeler dahil) dev çaplı sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesiyle ilişkisi. Bu toplumsallaşmanın bugün geldiği düzey itibarıyla, başta kafa emeği/kol emeği olmak üzere eski işbölümünün de aşılabilmesinin ve meta üretim ve değişiminin sönümlendirilebilmesinin daha ileri koşullarını nasıl yarattığı. Yine bu sermayenin toplumsallaşmasının biçimlerinden biri olarak “devletin şirketleştirilmesi”nin, devletin sönümlendirilebilmesinin daha ileri koşullarını yaratması.

Neo-Marksist literatürde bunların es geçilmesinin bir nedeni: Artı-değer ile kar’ın farklı şeyler olması. Artı-değer üretim sürecine ilişkin olmakla birlikte, kar’ın üretilen metaların realizyonunu gerektirmesi nedeniyle dolaşım sürecine ilişkin görünmesi. Artı-değerin kar+faiz+rant’a bölünüyor olmasıyla, çelişkinin dolaşım ve bölüşüm sürecine kaydırılması. Bu tür analizler, ilk çıkışını üretimdeki çelişkilerden alsa bile, mali şişmede ve finans-sanayi çelişkisinde, yani dolaşım ve bölüşüm sürecinde takılıp kalır, bir zemin kayması yaratarak, bugün daha gelişkin bir sosyalizmin koşul ve zorunluluğunu oluşturan muazzam toplumsallaşma süreçlerini gölgeler.

“Bir sanayi kolunda emek üretkenliği, bir başkasında üretim araçlarının ucuzlaması ve iyileştirilmesinin ve böylece kar oranlarının yükseltilmesinin bir aracı olarak kullanıldığı sürece, toplumsal emeğin bu genel iç bağıntısı emekçilere yabancı bir konu, aslında yalnızca kapitalisti ilgilendiren bir sorun gibi gelir, çünkü bu üretim araçlarını satın alan da, kendisine maleden de kapitalisttir. Başka bir sanayi kolundaki işçilerin ürününü kendi sanayi kolundaki işçilerin ürünü ile satın alması ve bu nedenle diğer bir kapitalistin emekçilerinin ürününe ancak kendi işçilerinin ürününe bedavadan elkoymak suretiyle sahip olması olgusu, bereket versin ki, dolaşım süreci, vb ile gözlerden gizlenen bir gelişmedir.” (Marx, Kapital cilt 3, s94. abç)

Çelişkiyi üretim alanından, üretim ile finans arasına, yani dolaşım ve bölüşüm alanına kaydırıldığında, üretimin, emeğin, bireyin geldiği yeni toplumsallaşma düzey ve niteliğini görünmez hale gelir.

Üretimin, emeğin, emekgücünün/insanın yeniden üretiminin, bireyin günümüz (çelişkin) toplumsallaşma düzey ve biçimlerine, ve bunların yönetimin de toplumsallaştırılmasını zorunlu kılmasına dair eksiklik ve zayıflıklar: Kapitalizmin günümüzdeki uzlaşmaz çelişkileri ve krizinden sosyalizme doğru yapılan ve çok daha gelişkin olması gereken çıkarsamaları da zayıflatır. Böylece ortaya üretim araçlarının mülkiyetinin toplumsallaştırılması, üretimde hızlı robotizasyon, işçi sınıfı iktidarı ve merkezi planlama ile sınırlı bir sosyalizm anlayışı ortaya çıkar.

Örneğin, doğru ve güçlü biçimde üretim ilişkilerinin sosyalist devrimci temelde değiştirilmesi gereğini vurgularken, üretim araçlarının toplumsallaştırılması konusunda mülkiyet ilişkileri ile üretim ilişkilerini birbirine karıştırılabiliyor. En azından ikisi arasındaki ayrımı belirsizleştirebiliyor. Üretim araçlarının mülkiyetinin toplumsallaştırılması, üretimin doğrudan toplumsallaştırılması doğrultusunda gerekli bir adımdır ama yeterli değildir. Bunun için,

1- Yönetimin de toplumsallaştırılması (sosyalist devrimci işçi konseyleri demokrasisi); 2- Üretim araç ve koşullarının mülkiyetinin toplumsallaştırılmasının ötesinde kullanım ve denetiminin de toplumsallaştırılması; 3- İşbölümünün, başta kafa emeği/kol emeği, kadın emeği/erkek emeği, kent/kır (ve uluslar) arasındaki toplumsal işbölümü başta olmak üzere eski biçimiyle kaldırılmış olması, ya da kaldırılması doğrultusunda belli bir yol alınmış olması; 4- Nitelikçe farklı türden üretim dalları arasındaki işbölümünün de aşılabilmesi, çok yönlü entegrasyonun (toplumsal bütünleşmelerinin) yeterince gelişmiş olması; 5- Çok yönlü yetenek, ilişki ve ihtiyaçları gelişmiş, daha yüksek faaliyet alanlarına geçiş yapabilecek toplumsal bireylerin, tek tük ya da bir azınlık olarak değil, yığınsal olarak ortaya çıkması; 6- Yalnızca emekgücünün meta olmaktan çıkarılması değil, emeğin “dolaysız emek”, yani üretici güç olmaktan çıkartılması doğrultusunda adımlar atılması gerekir.

Tek cümleyle ifade etmek gerekirse; üretimin, emeğin, yeniden üretimin, bireyin, yönetimin, ihtiyaçların doğrudan toplumsallaşması (toplumsal bütünleşmesi, doğrudan toplumsal olarak belirlenebilmesi) bir bütündür. Bunlardan biri bile eksik ve geride kalırsa, diğerlerinde de ciddi sorunlara yol açmakla kalmaz, çok geçmeden diğerlerinin gelişmesinin engelline dönüşür.

Örneğin yeniden üretim sorununu ele alalım: Bu, kadın sorunu, çocuk sorunu, aile sorunu, eğitim sorunu, serbest zaman sorunu ve serbest zaman içerisinde herkes için kendini çok yönlü geliştirme olanaklarının olup olmadığı sorununu boylu boyunca keser. Salt bu yüzden bile (yeniden üretim sorunu), üretim araçlarının toplumsallaştırılmasının kendi başına yetersiz olduğu açıklık kazanır. Yeniden üretimin de en ileri düzeyde toplumsallaştırılması gereği ortaya çıkar. Dolayısıyla; üretim araçlarının toplumsallaştırılması ve toplumsallaştırılarak gelişiminin hızlandırılması, her türlü sorunu ve ihtiyacı kendiliğinden çözmez, ancak çözülebilmesinin daha ileri koşullarını oluşturur.

TEKELLER VE PLANLAMA

Kapitalizmde üretim ve piyasa anarşisi elbette ortadan kalkmaz ve üretim ve ticaretin (ve finansın) bütünden merkezi olarak organize edilmesi ve planlanması elbette mümkün değildir. Ama o dev emperyalist kapitalist sanayi tekellerinin bir çoğu arasında, ve bunlarla toptan ve perakande ticaret tekelleri, ve finans (banka, sigorta, yatırım fonu, vd) tekelleri arasında nasıl karmaşık (bir’den çok’a, çok’tan bir’e, çok’tan çok’a) ve derin bağlantıların olduğunu da görmek gerekir.

Günümüzde dev çaplı büyüyen uluslar arası ticaretin artan bölümünün, aslında aynı emperyalist sermaye gruplarının farklı ülkelerdeki şirketleri arasında, birbirine tedarik ve girdi üretimi olduğunu, yani meta olmadığını görmek gerekir. (Bu da krizin etken ve göstergelerinden biridir. Emperyalist kapitalist tekeller, farklı ülkelerdeki iştiraklerini birbiriyle rekabete sokmak zorunda kalmaktadır.) Üretimin artan bölümünün tikel ürünlerin üretimi değil, siparişe göre üretim haline gelmesiyle, “bilinmeyen bir piyasaya yapılan üretim”in kaldırılmasının koşullarının da nasıl olgunlaştığını görmek gerekir.

Diyelim ki filanca büyük inşaat şirketi falanca marka kamyonlardan 10 adet, filanca marka vinçlerden 5 adet almak mı istiyor; bu taleplerin bu marka araçların üretimini yapan sanayi tekellerinin bilişim-iletişim, ERP vb sistemleri üzerinden ilgili tüm diğer şirketlerin (tedarikçiler, vb) sistemlerine (ve tabii bu zincir ve ağlardaki tüm şirketlerin finansçılarının sistemlerine) anında girildiğini, ve o 10 adet kamyon ve 5 adet vincin üretim, tedarik, finansman süreçlerinin eşgüdümlü olarak başladığını görmek gerekir. Perakende ticaretin de yoğunlaşması ve perakende tekeli zincirlerinin ortaya çıkmasıyla, artık hafif tüketim ürünlerinde de aynı sistemin uygulanabildiğini; hafif tüketim ürünlerinin de artan bölümünün marketlerin toplu siparişlerine göre yapılabiliyor. Üretimi parçalıyor görünen KOBİ’ler deryasının büyük bölümünün de “bilinmeyen bir piyasa”ya değil tekellerin siparişlerine ve tekellere bağlı olarak üretim yapabiliyor.

Bireyciliği göğe çıkartan neoliberal kapitalizm zamanlarında, ortada uzaktan yakından bir bireysel üretim, bireysel sermaye, hatta bireysel mübadele bile kalmadığını görüyoruz. Banka kartıyla bir hipermarketten alışveriş yapan bir “tüketici”nin, ödeme yaparken kullandığı toplumsal sermaye olarak kredidir. İlişkinin diğer tarafında ise yine toplumsal meta sermaye olarak perakende ticaret tekelidir. Bu alışveriş ilişkisinin görünmeyen tarafında ise, hipermarketin siparişleri üzerine üretim yapan toplumsal üretim sermayesi vardır. Bireysel tüketicimizin çalıştığı, alışveriş yaptığı ve tüketici kredisi aldığı üretim, ticaret, finans şirketleri aynı sermaye grubuna bile ait olabilir. Değilse bile, işçileri üretimde sömürmek, alışveriş ve kredide soymak için aralarında sayısız karlı anlaşmalar vardır, birlikte çalışırlar. Aslında bizim “bireysel tüketici”miz de, bireysel değil, toplumsal emeğin bir parçasıdır. Toplumsal emeğin bir parçası olarak, çalışırken/sömürülürken, alışveriş yaparken/soyulurken, kredi kullanırken/soyulurken, hep toplumsal sermaye ile ilişkiye girer.

Bu basit örnekte gördüğümüz gibi her şey toplumsal. Üretim toplumsal, ticaret toplumsal, finans toplumsal, bunların birbiriyle iç içe geçmesi, kaynaşması, birlikte işletilebilmesi daha da toplumsal. Diğer taraftan emek de toplumsal. Üretici güçlerin dev çaplı toplumsallaşması, üretim, yeniden  üretim, ürünlerin el değiştirmesi ve yönetim ilişkilerinin de toplumsallaşmasını zorluyor. Ama  kapitalizm de hepsi özel biçimde; özel temellük, özel mülkiyet, özel yönetim olarak kalmaya  devam ediyor. Kıyamet buradan kopuyor! İşçi bile, sanki onu yetiştiren, üretme yeteneği kazandıran, emekgücünü yeniden üreten başta kadınlar olmak üzere tüm bir işçi sınıfının toplumsal emeği değilmiş gibi, kendi emekgücünün bireysel/özel sahibi, bireysel üretici olarak görülüyor. Bireysel ücret alıyor, bunun için kendi sınıfdaşlarıyla rekabet ediyor. İşçi sınıfının kıyameti de bu oluyor.

Ama üretim, ticaret, finans ve emek ne kadar toplumsalsa, işçi sınıfı da (yalnızca nicel genişleme anlamında değil, nitel olarak) o kadar toplumsallaşıyor. Sınıf mücadelesi de o kadar toplumsallaşıyor.

Günümüzde sayısız üretim, market, finans biriminden, hatta tek tek tüm insanlar üzerinden, tüm verileri anında toplayıp birbiriyle ilişkilendirerek bilgi üreten ve bilgiyi işleyen bilgisayar algoritmaları ve bilişim-iletişim sistemleriyle, planlama yapmak, ama sadece tek tek tekellerin bünyesinde değil, tüm toplumsal üretim ve ihtiyaçlar temelinde planlama yapmak, teknik olarak olarak daha olanaklı hale gelmiştir. Ama mesele şu ki, planlama basitçe bir teknik muhasebe sorunu değil, toplumsal-siyasal bir sorun. Gelişkin bir planlamanın olanakları, teknik-muhasebe kolaylıklarından ziyade, günümüzde her türlü üretim, ticaret, finans (ki bunlara yeniden üretim, eğitim, yönetimi de eklemek gerekir) süreçlerinin birbiriyle çok yönlü bağlantılanmasında, her türlü emeğin birbirine bağlanmasında, tüm insanların birbirine bağlanmasında, tek kelimeyle toplumsal bütünleşme süreçlerinin çok daha gelişmiş olmasında yatar. Bu yüzden, planlamadan da önce ve onun da daha gelişkin temelini oluşturan günümüz kapitalizmindeki çelişkin toplumsallaşma süreçlerinin incelenmesi gerekir.

“ROBOTLU ÜRETİM ÇAĞI” MI?

Robotlarda belirleyici olan mekanizasyon değil, artık mekatronik ve dijital işletim (yani işlenmiş bilgi) sistemleri, yani çip ve bilgisayar’dır. “3. Sanayi Devrimi” de denilen büyük çaplı yeni teknolojik gelişmelerin, kapitalizmin günümüz uzun krizinde önemli rol oynadığı ve derinleştirdiği, kapitalist ilişkiler sisteminin artık üretici güçlerdeki bu yeni gelişmeleri kapsayamaz ve engeli haline geldiği saptamaları doğru. Ama bu teknolojik devrimin adı “robot” değil, robotizasyonu da mümkün kılan, ama uygulama alanı çok daha geniş olan, enformasyon teknolojisi, çip ve bilgisayardır. Kaldı ki günümüzdeki mevcut endüstriyel robotlar, ancak dıştan programlanabilen ve sadece programlandığı hareketleri yapabilen robotlardır. Henüz jenerik düzeyde olan yeni nesil robotlar ise, yalnızca işlenmiş ve girilmiş bilgi çerçevesinde hareket edebilen değil, kendisi de verileri işleyip bilgiye dönüştürebilen, ağ bağlantılı ve “yapay zekalı” otonom robotlardır; gelişme bu doğrultudadır. Dahası günümüzdeki teknolojik yenilikler, robotlarla da sınırlı değildir; siber-fiziksel sistemler, nesneleri endüstriyel interneti, 3D, nano, biyo, uzay teknolojileri, ileri malzemeler, geri-dönüşüm teknolojileri, vd. Hepsinin teknik temelinde yine, bilginin işlenmesi vardır. 

DEVLET KRİZİ VE DEVLETİN SÖNÜMLENDİRİLMESİ

Devlet ister ulus devlet, ister uluslararasılığa ve/veya çok uluslulağa eğilim gösteren, veya bunlar arasında yalpalayıp duran devlet biçimleriyle olsun, iktisadi işlevini yitirmemiştir. Tam tersine sermayenin uluslararasılaşması/küreselleşmesi ve krizi koşullarında, sermayenin baskı ve iktidar aygıtı olması işlevinin yanısıra, iktisadi işlevleri de misliyle artmıştır. Marx’ın vurguladığı gibi, kredi sistemi, hisse senetli şirketler, tekelleşme, ekonomiye devlet müdahalesi gereğini her düzeyde artırır. Her şey bir yana para-sermayenin iç çelişkileri (paranın değer ölçüsü olması ile dolaşım ve ödeme aracı olması arasındaki çelişkiler, vb) bunu zorunlu kılar. Bugün ABD’den Türkiye’ye kadar Merkez Bankaları üzerindeki güç mücadeleleri, döviz rezervleri, varlık fonları vd bunun en açık göstergesidir.

Hem “batmasına izin verilmeyecek kadar büyük” sermayeler battığında onları kendi devletlerinden başka kim kurtarır ki? Sermayenin bir aracı olmanın ötesinde kendisi sermayeleşmiş, kapitalist devletin, “iktisadi işlevlerini yitirmesi” nasıl mümkün olabilirdi ki? Kapitalist devlet iktisadi işlevinden değil ama, (bir dönemki sınıfsal güç dengeleri ve sosyalizmin basıncı nedeniyle yapmak durumunda kaldığı) “sosyal güvenlik, sağlık, emeklilik, yoksulların bakımı, emeğin korunması vd” gibi çok güdük, kısmi ve biçimsel kalan “kamusal işlevler”den boşanmaktadır. Ama uluslar arası mali oligarşik sermaye programlarını, sayısız iktisadi vd “yapısal dönüşüm” programı, yine o “ulus devletler” eliyle uygulanmıyor mu? İstese de istemese de uyguluyor, çünkü iktisadi büyüme, karlılık, kredibilite daha fazla uluslar arası sermaye çekmesine, ve bunun için de daha karlı yatırım, sömürü ve yağma ortamı “düzenlemeleri”ne bağlı. Eğer “ulus devlet iktisadi işlevini yitir”mişse, tüm bu kemer sıkma programlarını, tüm bu “yapısal dönüşüm” programlarını, tüm bu “yatırım ortamını iyileştirme” programlarını kim uyguluyor?

Devletlerin hem ulus devlet olmayı sürdürmesi hem uluslar arası sermayeyi çekmek ve uluslar arası sermaye programlarını uygulamak zorunda kalması, hem ekonomiyi daha fazla yabancı sermayeye açmak için didinmesi hem seçmeli korumacılık uygulamak zorunda kalması, hem çok uluslu/uluslar arası devlet olmaya eğilim göstermesi hem bu eğilimi kendi eliyle bastırması, vd- tüm bunlar, üretici güçlerin dev çaplı gelişimi ve toplumsallaşmasıyla kapitalist üretim, yeniden üretim ve egemenlik (ulusal egemenlik dahil) ilişkileri arasındaki bağdaşmazlığın çarpıcı görünümlerinden biridir. Tıpkı sermayenin içindeki çelişkilerin olduğu gibi, sermayeleşmiş devletin de içindeki çelişkilerin açığa çıkması ve tarihsel gelişim/keskinleşme sürecinin bir ifadesidir. Küresel temelden toplumsallaşarak gelişen üretici güçleri, ulus devletler tabii ki kapsayamaz, yönetemez, organize edemez. Sermaye hareketlerinde serbesti artırılırken, emekgücü dolaşımında engellenmesi, bu dengesizliği daha da büyütür. (Keza günümüzde yeniden hortlayan “ticaret savaşları” vd.)

İki nokta konumuz açısından önem kazanmaktadır. Birincisi, emperyalist kapitalizm sermaye hareketlerinde “seçmeci korumacılık” uygularken, (bu yalnız gümrük politikalarıyla değil “uluslar arası kalite standartları”, “yeşil nokta”, bilgi tekeli vb gibi sayısız yöntemle yapılmaktadır), emekgücü göçünde ise “seçmeci kabul” hatta teşvik uygulamaktadır. İhtiyaç duyduğu vasıflı emekgücü “kotalar” dahilinde ayıklayarak alır, hatta “beyin göçü”ne teşvik uygular. Göçmenlerin çoğunluğunu oluşturan vasıfsız işçi ve emekçileri ise kitle kıyımına varan biçimlerde yok sayar. Dolayısıyla emperyalist kapitalist güçlerin üretkenlik düzeyindeki üstünlüğü yalnızca tekniği değil nitelikli emekgücü tekelini de kapsar.

İkincisi. Devlet/üstyapı krizi, devletin iktisadi işlevlerinin bitmesini değil, tam tersine artmasını, devletin kendisinin de daha dolaysız biçimde buna uyarlanmasını, “üretken güçlerin geliştirilmesinin bir biçimi” haline getirilmesini zorunlu hale getiriyor. Kapitalist devletin korkunç asalaklığı baki olsa da, hem sermaye karlılığı açısından işleyiş verimliliği ve hızının artırılması, hem de sermaye karlılıklarını korumaya ve artırmaya ve teşvik etmeye dönük daha fazla ek sermaye fonu oluşturması, bilimsel-teknolojik araştırma-geliştirme platformları oluşturması, eğitim sisteminde buna dönük düzenlemeler yapması, kilit konumundaki yöneticilerin her şeye “etkinlik, verimlilik, performans, katma değer” artırma gözüyle bakacak ve organize edecek teknokratlardan oluşması, vb. Devletin artan ölçüde sermaye gibi/olarak işletilmesi. Kuşkusuz kapitalizm koşullarında uluslar arası işbölümü gibi, ekonomi/siyaset ve kafa emeği/kol emeği ayrım ve işbölümlerini ortadan kaldırmak mümkün değildir. Fakat üretici güçlerin geldiği gelişme ve toplumsallaşma düzeyi, yalnız ulusları değil, ekonomi/siyaset, iç ekonomi/dış ekonomi, iç politika/dış politika ayrım ve işbölümlerini aşındırmakta; bunları daha fazla birbirine içerili hale getirmeyi, daha fazla birbirine entegre etmeyi zorunlu kılmaktadır. Kapitalist devletin gereksizleşmesi, iktisadi işlevini yitirmesinden değil, tam tersine eskisinden de fazla iktisadi işlevlerle haşır neşir olması, politikanın eskisinden de fazla ve daha dolaysız biçimlerde “yoğunlaşmış ekonomi” haline gelmeye başlamış olmasıdır. Devletin (ancak sosyalist devrimler dalgasıyla gerçekleştirilme sürecine sokulabilecek) gereksizleşmesi ve sönümlenmesi doğrultusundaki tarihsel eğilimin ortaya çıkması ve güçlenmesi;  ulus/uluslararası ve ekonomi/siyaset ayrımlarının derinleşmesinde değil, tam tersine, incelmesinde ve daha geçişli gelmesindedir.

Politikanın bir üretim bilimi olması gerektiği ve ekonominin politikayı giderek tümüyle soğuracağı öngörüsünü ilk kez sezgisel olarak ortaya koyan Saint-Simon’dı. Ekonomik koşulların politik üstyapı ve kurumların temeli olduğu, insanlar üzerindeki politik düzenin (insanları yönetmenin) gelecekte, yerini şeylerin yönetimine ve üretimin gözetimine bırakacağı düşüncesi; yani “devletin sönümlenmesi” düşüncesi, Saint-Simon’da henüz bir tohum halindeydi. Bu sezgiyi, kapitalist sistemin içindeki uzlaşmaz çelişkilerin açığa çıkarılması ve tarihsel gelişim doğrultusunun bilimsel-eleştirel olarak açıklanması temelinde geliştiren, bilimsel komünizm perspektifinin temel çizgilerinden biri haline getiren Marx ve Engels oldular.

Günümüz kapitalizminde kar oranlarının düşme eğiliminin güçlenmesi ve uzayıp giden kriz, devleti bir “üretim bilim” organına çevirme ve politikayı üretkenlik artışı içine soğurma basıncını artırmak, ve bu yönde düzenlemeler yapılmaya çalışılmakla birlikte, devasa baskı, asalaklık, israf aygıtını “üretken bir güç” haline getirmek olanaksızdır. “Devletin şirketleştirilmesi” uygulamaları, kapitalist sistem ve devleti içindeki çelişkileri büsbütün şiddetlendirdiği ve keskinleştirdiği ile kalacaktır. Çünkü tam da insanların yönetilmesi ve şeyleştirilmesinden şeylerin yönetimine ve üretimin gözetimine geçiş olanak ve eğiliminin daha fazla geliştiği koşullarda yapılan, dev çaplı toplumsallaşmış ihtiyaç ve yetilerin daha fazla şeyleştirilmesi, bastırılması ve köleleştirilmesidir. Ama tüm bunlar kitlelerin mali oligarşik kapitalist devlet iktidarlarına olan tepkisini, yeni bir yaşam ihtiyaç ve arayışını da artırmaktadır. Göçmen akınları ve krizi önemli bir etken olmakla birlikte, kapitalist devlet ve rejim biçimlerini aşındıran ve krize iten yalnızca bu değildir. Dünya çapındaki büyük grev, isyan, direniş dalgalarıdır.

Kapitalist devletlerin “yeni/yeniden sanayileşme” ve “üretkenliği artırma”yla işlevlendirilmesini, ne kadar veya nereye kadar yerine getirebileceği tartışması bir yana, bu dev çaplı ek sermaye fonlarını gerektiren tekno-ekonomi programlarının toplumsal emeği ve kitleleri eze eze ve daha fazla şeyleştirerek yürütülme kapitalist vasatı, dahası, üretken güçlerin gelişiminin doğurduğu yeni toplumsal ihtiyaçların (toplumsallaşarak özneleşme ve özgürleşme ihtiyacı!) ise engellenmesi ve bastırılması, kapitalist devletlerin daha fazla meşruiyet, yönetememe, rejim ve devlet krizlerine gark olmalarından başka bir sonuca yol açmayacaktır. Bu çerçevede, kapitalist devlet sorununun kitlelerin daha fazla sömürülmesi ve köleleştirilmesi ile bağı da giderek daha fazla açığa çıkacaktır.

Üretimin ve emeğin dev çaplı (ve uluslar arası) toplumsallaşmasının, yönetimin de toplumsallaştırılmasını ve uluslar arasılaştırması, dahası insanın da bu yeni düzlemden toplumsallaşması ve uluslar arasılaşmasını (tarihsel bir eğilim ve zorunluluk olarak ulusların ve devletlerin sönümlenmesi doğrultusunda) zorunlu kıldığı ve büyüyen bir ihtiyaç haline getirdiği, ortaya çıkaracaktır.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

*