Home » DÜNYA » Kazakistan isyanı üzerine notlar…

Kazakistan isyanı üzerine notlar…

(Fotoğraf: Kazakistan’ın başkenti Astana’da (“Nur Sultan”) Chevron ve Exxon-Mobil Konsorsiyumunun merkez üssü)

Kazakistan devlet başkanı Tokeyev, hükümeti ve başbakanı, Yüksek Güvenlik Konseyinden de Nazarbayev ve yeğenini görevden almasına, üstüne bir dizi “sosyo-ekonomik” vaatte bulunmasına karşın büyük işçi ve emekçi isyanını yatıştıramayınca, Rusya’yı askeri müdahaleye çağırdı.

Rusya da, “Kazakistan’ın altyapısını (isyandan) korumak” için “barış gücü” adı altında askeri birlikler sevkedeceğini açıkladı.

Rus ordusunun tüm emperyalist kapitalist güçler adına Kazakistan’da koruyacağı “altyapı”nın ne olduğu malum: Kazakistan’ın muazzam petrol, doğal gaz ve uranyum rezervleri ve üretimi.

Kazakistan dünyanın önde gelen petrol üretici ve ihracatçılarından, aynı zamanda dünyanın en büyük uranyum üreticisi ve ihracatçısı (dünya uranyum üretiminin yüzde 40’ı Kazakistan’da gerçekleşiyor).

ABD ve AB’nin, emperyalist kapitalist güç temerküzü teamülü gereği, Rusya tam da kendileriyle Ukrayna için pazarlığa oturmaya çalışırken, Rusya’yı “Kazakistan’daki karışıklık” üzerinden sıkıştırması beklenirdi değil mi?

Tabii ki öyle olmadı. ABD ve AB, ne Nazarbayev-Tokeyev rejiminin 100’e yakın isyancıyı katletmesini ne de Rusya’nın Kazakistan’a asker göndermesini sorun etti. Bu kez Rusya ve Çin’e karşı “insan hakları, demokrasi” demagojisi bile yapmadı.

Neden dersiniz?

Kazakistan işçi sınıfı ve halkının nefret ettiği ve başkaldırdığı kapitalist despotik rant rejimi/devleti, yalnız Rusya ve Çin’in değil ABD ve AB’nin de kanlı altın yumurtlayan çocuklarından biridir de ondan.

Evet, Kazakistan Rusya’nın siyasi ve askeri himayesinde görünür. Çin’in de devasa “kuşak ve yol” projesinde öncelikli bir yer verdiği Kazakistan’daki ekonomik nüfuz ve yatırımları hızla artmaktadır. Ama Kazakistan kapitalist otokratik/oligarşik rant devletinin ABD ve AB ile de çok sıkı kar ve rant ilişkileri vardır.

Kazakistan petrolleri üzerindeki en büyük dış yatırım ABD merkezlidir. TebrizChevroil konsorsiumunun ortaklık yapısı şöyledir: Chevron yüzde 50, Exxon-Mobil yüzde 25, KazMunayGaz yüzde 20, LukArco yüzde 5. Bunlardan ilk ikisi dünyanın en büyük mali sermaye gruplarından Rockefellar’ın StandOil’inin iştirakleridir. Üçüncüsü Kazakistan devlet şirketi, dördüncüsü Rus LukOil’in iştirakidir.

TebrizChevroil, aynı zamanda, dünya çapında gelmiş geçmiş en büyük emperyalist kapitalist doğrudan dış yatırımlarından biridir. Geçtiğimiz yıllarda başlattığı 45 milyar dolarlık üretim kapasitesini genişletme ve üretkenliği artırma yatırımı sürmektedir. (Kazak devleti geçen yıl BP ile de yeni bir büyük petrol arama ve yap işlet anlaşması imzaladı). TebrizChevroil’de çoğunluğu Kazak 10 binlerce işçi çalışmaktadır, yan sanayi, hizmet ve taşeron şirketlerle birlikte çalışan işçi sayısı bunun 3-4 katını geçmektedir. Tebriz Chevroil’in Kazakistan’daki iki üretim bölgesi, adeta “özerk devlet” gibidir. Örneğin geçen yıl, şirketin Kazak işçilerinin tüm çaba ve direnişlerine karşın Kazak devletinin getirdiği pandemi önlemlerini zerre kadar sallamadı.

Kazakistan’ın zengin uranyum madenlerinin büyük bölümü de, ABD (Westhinghouse), Kanada, Fransa, Almanya, Japonya, Rusya ve Çin merkezli şirketler doğrudan ya da Kazak devlet şirketiyle çeşitli ortaklıklarla ellerinde tutuyorlar.

Durum bu olunca, Rusya’nın (ve Rusya-Ermenistan-Kazakistan-Tacikistan-Kırgızistan birliğinin) Kazakistan’ın başkaldıran işçi sınıfı ve emekçilerine saldırısının, ya da en azından Kazakistan’ın yüksek kanlı ve karlı “altyapısı” ve rant devleti üstyapısının bekçiliğini üstlenmesinin, yalnızca Rus ve Çin kapitalist güçlerinin çıkarları için değil, tüm emperyalist kapitalist güçlerin, hatta tüm dünya burjuvazisinin çıkarları için olduğunu görmek zor değil.

(Dipnot: Bu arada içlerinde Türkiye ve Azarbeycan’ın da bulunduğu “Türk Devletleri Teşkilatı”nın da, Kazakistan’daki isyana karşı yaptığı açıklamayı not etmekte yarar var: “Türk Devletleri Teşkilatı Üye Ülkeleri olarak, Kazakistan’daki son olaylar ışığında; Kazakistan’da barış ve istikrara verdiğimiz önemi vurguluyor ve üye ülkemiz Kazakistan’la güçlü dayanışmamızı ifade ediyoruz. Kardeş Kazak halkının sağduyusuna ve normale dönüş konusundaki arzusuna güveniyoruz.”)  

Nitekim Kazakistan’da geçtiğimiz yıllarda artan hoşnutsuzluk ve eylem dalgaları üzerine Nazarbayev’in bir adım geri çekilip yerine Tokeyev’in getirilmesi, bu güçlerin uzlaşmasının bir sonucuydu. Tokeyev, 2 Ocak 2022 isyanı karşısında, bu uzlaşma çerçevesinde ve “uluslararası baskı” kaygısıyla başlangıçta bir gıdım “esnek” ve “tavizkar” davranmaya çalışsa da, isyanın önünü alamaz hale gelince, yine bu güçlerin tümüyle arkasında olduğunu görerek ve onların onay ve talimatıyla, isyancıları gerçek mermiyle takır takır taratmaya başlattı.

**

Kazakistan’da 2007-2011 dönemi, başını petrol işçilerinin çektiği, özelleştirme ve taşeronlaştırmaya karşı, ücret artışı ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için grev ve direniş dalgaları dönemiydi. 2011’de 16 grevci petrol işçisinin taranarak katledilmesi ise, Kazakistan tarihinde planlı bir kırılma noktasıydı. Petrol ve yan sanayi işçilerinin 6 kata yaklaşan ücret artışı ve belli kazanımlar elde ettiği grev dalgalarının kanla bastırılması, aynı zamanda:

1- O dönemde bir tür burjuva “parlamenter demokrasi”ye geçiyormuş gibi görünen Kazakistan’da her türlü biçimsel burjuva demokrasisinin bile ilga edilip yerine Nazarbayev’in otokratik/oligarşik kapitalist rant iktidarının geçirilmesiyle,

2- Kazakistan’ın petrol, doğal gaz, uranyum rezerv ve üretiminin, Batı merkezli emperyalist kapitalist tekellerin doğrudan yatırımına, ticaretine ve özelleştirmeye açılmasıyla senkronizeydi.

Petrol işçilerinin grevlerinin kanla bastırılması 2011’de, otokratik bir kapitalist rant rejimine geçilmesi ve Kazakistan petrol ve uranyumunun özelleştirmeye, emperyalist kapitalist yatırım ve yağmaya açılması ise 2013’te gerçekleşti.

Başka deyişle, Kazakistan’ın stratejik enerji kaynaklarının ve toplumsal emekgücünün, dünyanın en büyük dış (emperyalist kapitalist) yatırımlarına ve yağmasına açılması, ve Kazakistan devletinin de bir otokratik kapitalist toprak rantı rejimine göre yeniden şekillendirilmesi, buna karşı direnen grevci işçilerin kanı üzerinde yükseltildi.

Bugün Kazakistan’da kişi başına ulusal gelir düzeyi 25 bin dolar civarındadır. Türkiye’dekinin yaklaşık 2.7 katı! Bununla birlikte, önemli bölümü taşeronlaştırılmış petrol işçileri dahil, Kazak işçilerin yaşam, çalışma ve yönetilme koşulları İstanbul 3. Havaalanı inşaatında çalışan taşeron inşaat işçilerinden daha iyi değilken, Kazakistan’da Forbes’in dünyanın süper zenginleri (10 milyar dolar üstü serveti olanlar) listesine giren, başta Nazarbayev ailesinin fertleri olmak üzere, en az 7 kişi vardır. Nursultan Nazarbayev’in kızı ve damadı, 16 milyar dolarlık (2017) servetleriyle, Kazakistan Halk Bankası’nın ve çok sayıda yabancı ortaklı petrol, altın, uranyum, inşaat şirketi iştiraki olan Altek Holdingin sahibi ve Rusya’nın dev Gazprom şirketinin de yönetim kurulu üyesidir.

Ancak Kazakistan petrol ve maden işçileri, işçi sınıfı, kent ve kır yoksulları bu sisteme boyun eğmedi. Son yıllarda başını yine petrol işçilerinin çektiği grev ve eylem dalgaları bunun göstergesi. TebrizChevroil’de 2017’deki ufak çaplı işçi isyanı, Pandemide şirketi sağlık önlemleri ve ücretli izinlere zorlayan fiili direniş, Magneslav’da 2021’deki grev dalgası, Çin merkezli bir petrol ve inşaat şirketinin yönetim merkezinin işçiler tarafından işgal edilmesi, buna dahil.

Sonuçta Kazakistan’da bir sınıfsal, toplumsal-siyasal patlama kaçınılmazdı. O da 2022’nin ilk günlerinde gerçekleşti. Kazakistan’daki yer yer silahlı ayaklanma belirimleri de gösteren isyanın güç ve sarsıcılığına şaşıranlar, ancak daha yakın zamana kadar Kazakistan’ı ekonomik ve siyasal olarak “dünyanın en istikrarlı -ve en yüksek getirili- ülkelerinden biri” diye öven embesil uluslararası sermaye piyasası uzman ve ideologları olabilir. Ama onlar Şili’deki Ekim 2020 isyanından önce de Şili’yi “Latin Amerikanın en istikrarlı -ve yüksek getirili- ülkesi” ilan etmemişler miydi?

**

Tokeyev’in isyanın ilk günlerinde bir nebze “esnek” ve “uzlaşmacı” görünmesi, hem isyanı kontrol altına alma hem de kapitalist rant devleti içindeki klikler mücadelesinde Nazarbayev ailesini devre dışı bırakıp tüm gücü kendi (ve yabancı ortakları) elinde toplamak için bir manevra amacı taşıyordu. Daha önce Nazarbayev’in kızını parlamento üstü komite başkanlığı görevinden almıştı, isyan sırasında da Nazarbayev’i ve yeğenini Yüksek Güvenlik Konseyi başkanlığı ve başkan yardımcılığı görevinden şutladı.

Kapitalist devletlerde işler böyle yürür. Tüm işlerin üzerinden bağlandığı, herkesin selam durduğu “yüce şef” suyu ısındığında, karları, rantları, rejimi, devleti ve sistemi kurtarabilmek (ve bir dizi kozmetikle eskisi gibi sürdürebilmek için) ipi çekiliverir. (Tabii kelleleri halk tarafından alınmadıkça, genellikle ülke dışında tuttukları 10 milyar vb dolarlık servetleri de hizmetlerinin karşılığı olarak, yanlarına kar kalır.)

Ne var ki Tokeyev’in ve uluslararası büyük burjuvazinin hesap etmediği, Kazakistan işçi sınıfı ve kitlelerinin isyanının birikmiş güç ve şiddeti (ve son yılların grev ve eylem dalgalarında edindiği deneyim ve kolektif hareket etme yeteneği), ve diğer taraftan kapitalist rejim, devlet ve ekonominin çürümüşlük düzeyiydi. Nitekim ordu (ve yer yer de polis) tabanından isyancı sınıf kardeşlerine saldırmama, ateş açmama, geri çekilme, sempati gösterme (ki isyancıların Almati’de meydana ve başkanlık, valilik, yargı, belediye, TV binalarına girmesi ve havaalanını ele geçirmesi böyle mümkün oldu), isyanın güç ve meşruiyetini artıran etkenler arasında yer aldı. Tokeyev’e de tüm gücü elimde toplayayım derken büyük patronlarını imdada çağırmaktan başka çare kalmadı.

**

Kazakistan’da bundan sonra ne olur?

Kazakistan’ın muazzam karlı ve rantlı enerji kaynakları ve bunlara yapılan 10 milyarlarca dolarlık dış yatırımlar ve daha da büyüyen yatırım ve kar projeleri bir yandan, Asya ve dünya çapında tetikleyebileceği birikimli alev alma zemini diğer yandan: Tüm büyük kapitalist güçlerin ve Kazakistan’dan şu veya bu düzeyde nemalanan tüm kapitalist güçlerin, aralarındaki çelişki ve ihtilaflar ne olursa olsun, Kazakistan’daki isyanı, elbirliğiyle ve bir an önce boğmaya çalışmak için ellerinden geleni ardına koymayacağı açıktır.

(Dipnot: Kazakistan’da başta Enka, Tekfen, Alarko olmak üzere 100’den fazla Türkiye merkezli inşaat şirketi toplamı milyarlarca doları bulan “projeler” yürütmektedir. TAV, isyancıların bir ara ele geçirdiği ve uçuşları durdurulan Almatı (Alma Ata) uluslararası havaalanının işletmecisidir. Ülker’in ve Coca Cola Türk’ün Kazakistan’da fabrikaları vardır, vb. Libya’daki yatırım ve kar payını korumak ve büyütmek, Libya petrollerinden pay almak için neler yaptığı bilinen Türkiye kapitalizminin, Kazakistan’da ne yapmayacağının hiçbir güvencesi yoktur!)

Ancak bu asla umutsuzluğa yol açmamalıdır. Şimdiden Türkiye solunda kendini gösteren “Çin ve Rusya gibi iki dev arasına sıkışmış 19 milyon nüfuslu Kazakistan’da ne değişir ki” gibi nihilist eğilimlere karşı mücadele edilmelidir. Yine Türkiye solunda kendini gösteren Avrasyacı (“ABD Kazakistan’ı karıştırıyor, Tokeyev’e ve Rus müdahalesine destek verilmeli” diyen) ve liberal sol (“Rus ve Çin oteratizmine karşı ABD ve AB liberal demokrasisi” vb diyen) eğilimlere karşı çok net tavır alınmalıdır.

Kazakistan, aralarındaki güç ve paylaşım dalaşları ne olursa olsun, hepsinin sermaye büyüklüğü ve gücü ölçüsünde Kazakistan işçi sınıfı ve emekçileri ve doğasının sömürüsünden ve yağmasından payını aldığı ve isyanı bastırmak için de el birliği yaptığını daha açık olarak gösteren bir örnektir. Kazakistan işçi sınıfı ve yoksul emekçilerinin karşısında yalnızca Kazakistan rant burjuvazisi ve devleti değil, uluslararası burjuvazi vardır.

Bunun karşı kutbunda ise, Kazakistan’ın işçi sınıfının geleneksel ve yeni (kent ve kır küçük burjuvazisinden işçiliğe doğru çözülen) kesimlerinin yalnız tabanını oluşturmakla kalmadığı, çok belirgin biçimde öncü ve lokomatif gücü olduğu bir isyandır. Başta Magnislav (Mognistu) ve petrol işçileri olmak üzere, hem 2007-2011 döneminde hem de son yıllardaki grev dalgalarıyla, petrol, maden, inşaat, ulaşım, sağlık vd işçilerinin sınıf karakterinin, mücadele deneyimi ve kolektif hareket etme yeteneğinin gelişmesi, çeşitli işçi topluluk ve taban örgütlenmesi dinamikleri, isyanda kritik bir rol oynadı. İsyanı başlatan Nagaozen petrol işçileri ve Magnislav bölgesi işçileri 3 Ocak’ta, ardından TebrizChevroil’in on binlerce işçisi 4 Ocak’ta, ve en sonu ArcalorMittal maden işçileri dahil neredeyse tüm enerji ve maden işçileri genel greve çıktılar. Kazakistan’ın batısı ve güneyindeki ulaşım, sağlık ve eğitim işçileri de kısmi ve birkaç günlük grevler yapıyor. Nagaozen petrol işçilerinin bir işçi konseyi oluşturduğu belirtiliyor. En büyük eylem ve çatışmaların yaşandığı Almatı’dan gelen haber ve görüntüler, buradaki eylemlerin lokomotif gücünün de büyük kent çeperindeki, ve yakın kasaba ve kentlerden gelen işçi, işsiz ve yarı-proleter kent yoksulları olduğunu gösteriyor.

İsyana sonradan yedeklenip hegemonyası altına almaya çalışan burjuva ve orta sınıf muhalefet ise, her zaman yaptığını yapıyor: “Aman şiddete başvurmayın!”. Taleplerin Nazarbeyev’in gitmesi ile sınırlandırılması (“olan olması gerekendir”!) ve tabii “güçlendirilmiş parlamento” (bunu bir yerden hatırlayacaksınız!) Kitlelerin eskisi gibi yönetilmek, sömürülmek ve yaşamak istememesinin ifadesi olan “rejim değişikliği” isteminin içini boşaltarak, 1993 anayasasına (Nazarbayev kendini bir nevi “tanrı-kral” ilan etmeden önceki parlamenter yarı-başkanlık sistemi) ve “adil seçimler”e indirgiyorlar. Bırakalım kapitalizm ve özel mülkiyeti, neoliberalizme, emperyalist kapitalizmin tahakküm ve yağmasına, onların karından rant payı almaya dayalı çürümüş kapitalist rant ekonomisi ve devleti şekillenmesine karşı söyledikleri hiçbir şey yok.

Ama bilinir: Burjuvazinin “muhalif” kılıklı kesimlerinin parlamenter demokrasi ciyaklaması kendi çıkarlarını realize edebilmek içindir. Velev ki gerçekleşsin, Nazarbayev-Tokeyev’e vb büyük kitle tepkisi üzerinden onların adamları hükümete ve başkanlığa gelsin, o biçimsel demokrasiye bile son tekmeyi yine onlar atar. Kaldı ki, emperyalist kapitalizme göbekten bağımlılığının, on milyarlarca dolarlık özel yatırımları ve misliyle götürdükleri karlar ile Chevron, Exxon-Mobil, BP, GazProm vbnin, onların muazzam kar ve yağmalarından kapitalist rant payı almaya dayalı ekonomi ve devletin, ordunun, polisin, bürokrasinin durduğu yerde, “parlamenter demokrasi” asma yaprağı bile olamaz.

Kazakistan işçi sınıfının ufku henüz kapitalizmi aşamıyor olsa da, daha ileri ve bunun da bazı tohumlarını taşıyor. Nazarbayev ve halefleri rejiminin kurum ve yasalarının kaldırılması, burjuva muhalefet dahil buna bulaşmış herkesin defolması, her kademe yöneticinin tabandan seçilerek gelmesi, iktidarın işçi ve kitle hareketleri içinden çıkmış temsilci ve önderlerine devri, neoliberalizm uygulamalarına her alanda (sağlık, eğitim, emeklilik, konut, çalışma, çevre vd) son verilmesi, emperyalist tekel ve bürokratik asalak burjuvazinin mülkiyetindeki kaynakların işçi denetiminde kamulaştırılması… Henüz bir program düzeyine çıkmamış olsa da, işçi sınıfının öncü kesimleri içinde kendini az çok hissettiren taleplerden bir dizisi. Yeter mi, yetmez! Ama İşçi sınıfının geniş kesimleri henüz kendini gerçek ve fiili yönetici sınıf adayı olarak görmediği için, bunlardan ötesi bir yana bu kadarını dahi kimin nasıl yapabileceğini belirsiz kalıyor. Komünist devrimci partisi ve (iç savaş ve iktidar organı olarak) işçi konseyleri olmadan da bilemeyecek. Ama dünya çapında bir tarihsel eğilim bu yönde işlemeye; toplumsallaşmış üretici güçler ile sermaye egemenliği çelişkisi ve uzlaşmaz sınıf karşıtlığı, asıl bu isyanlar içinde kendini giderek daha fazla göstermeye devam ediyor. Nagaozen petrol işçilerinin oluşturduğu işçi konseyi gibi daha geniş kesimler içinde bir otoritesi de olabilecek, tohumları da görülmeye başlanıyor.

Evet tüm emperyalist, bölgesel, hatta yerel kapitalist güçler Kazakistan’daki sömürü ve yağmadan kendi boyları ve güçleri ölçüsünde nemalanıyor. Peki Kazakistan’dan çıkarılan enerji vd kaynaklar, hangi uluslararası tedarik zincirlerinde hangi başka ülkelerin işçileri tarafından işleniyor; Kazakistan’a yapılan 10 milyarca dolarlık kapasite ve verimlilik artışı yatırımlarında başka hangi ülkelerin işçilerinin emeği var; üretim ve emek ve dahası tüm bunların koordinasyonu ve yönetimi günümüzde hangi daha ileri ve yüksek düzeyde toplumsallaşıyor?

Kazakistan’daki üretim ve emeği, yatırımları dev çaplı uluslararası düzeyde toplumsallaştıran, Nazarbayev gibi üç beş çakalın hükmüne ve komisyonculuğuna sığmaz hale getiren ve mevcut rejimleri çatlatıp patlatan, aynı zamanda işte budur. Ve bu yeni ve daha gelişkin bir proletarya enternasyonalizminin hem tek tek ülkelerde (Kazakistan’da Türk, Kürt, Arap dahil onlarca ülkeden on binlerce göçmen işçi de çalışıyor) hem de küresel planda büyüyen olanak ve zorunluluğudur.

Kazakistan’da katiller rejimine ve emperyalist müdahaleye karşı genel grev, genel direnişe!

Kazakistan işçi sınıfının savaşımı ve isyanı, işçi sınıfının enternasyonal savaşım ve dayanışmasının bir parçası olmalıdır.

Uluslararası burjuvaziye karşı uluslararası proletarya! Kazakistan’da, Türkiye’de, her ülkede, her bölgede ve tüm dünyada: Genel grev, işgal, direniş, isyan, ayaklanma!

2 comments

  1. Kazakistan’da gaz fiyatlarının artışı nedeniyle şoförlerin protestolarının başlattığı kıvılcımdan yaygınlaşan halk ayaklanması üzerine Türkiye’de Marksist Leninist sol (okuduğum kadarıyla-kaçırmış olduklarım olabilir) yazılarda; öznel, önyargılı, doğru varsayılan kanıtsız öneriler ve yanlıştan başlayan çıkış nedeniyle, yanlış sonuçlara ulaşma ve yanlış ve-veya soyut sloganlar yine hakim vaziyette. Bunlar içinde katkıya ve eleştiriye değecek tek yazı olarak Devrimci Propetarya’nınki oldu diyebilirim.

    “Yine” diyorum çünkü her ne kadarda gerek nitelik olarak gerekse siyasi ve ekonomik konum açısından Kazakistan farklılık taşısa da Libya, Suriye, Ukrayna’daki vb., gelişmelere de başlangıçta benzer öznel yaklaşımlar hakimdi. Her olay ve gelişmede olduğu gibi, Kazakistan’daki ayaklanmaların da değerlendirilmesi, ezbere ve önyargıya dayanan varsayımlar temelinde değil, somut verilere dayanan, somut gerçekleri yansıtan verilere dayandırılmalıdır.

    Yapılan en büyük ve Marksist Leninistler açısından affedilmeyecek kadar tehlikeli hata, değerlendirmelerinde Kazakistan’ın “ Rusya’nın bir yarı-sömürgesi” olduğu varsayımından yola çıkmaları oluyor. Yanlıştan yola çıkınca, yanlış sonuca ulaşmak ve yanlış slogan atmak kaçınılmaz olur. Yarı-sömürge ya da bağımlı olmayı belirleyen ekonomik bağımlılık mıdır, yoksa siyasi bağımlılık mıdır? Bu soruya Lenin’den cevaplar vermeden önce, Kazakistan’ın ekonomisi ve ekonomik bağımlılığı konusunda somut verilere baş vuralım;

    * Kazakistan’ın ekonomisi büyük ölçüde petrol ve gaz gelirlerinden (GSYİH’nın %35’i ve ihracatın %75’i) kaynaklanmaktadır. Sert mineraller ve metaller ihracatın %22’sini oluşturuyor.

    * ABD şirketi Chevron-Texaco Kazak petrol üretiminin %50 sine sahip olmasının dışında, Petrol Boru hattının da en büyük ortağı durumunda-ayni zamanda boru imalatı fabrikasının da sahibi.

    Chevron’un dışında Petrol Kaynaklarına “ortak!” diğer büyük şirketler; Exxon-Mobile, British Gas (BG), Royal Dutch Shell, Statoil of Norway, Total of France, Inpex of Japan ve ENI SpA of Italy. Yağma artıklarını kullanan ve daha fazla pay için uğraşan şirketler; Lukoil of Russia, ve China National Petroleum Corporation (CNPC). Bunlar Orta Asya’daki petrol sahalarını ve varlıklarını agresif bir şekilde satın almaya çalışıyorlar ve genellikle Hindistan’dan gelen petrol şirketleriyle kafa kafaya rekabet ediyorlar.

    * Kazakistan, küresel üretimin %35’i ile uranyum üretim hacimlerinde dünyanın lider ülkesi durumunda ve Avustralya’dan sonra dünyanın en büyük ikinci uranyum rezervine sahiptir. Nükleer sanayi ile ilgili olan bu kaynak Fransız Orano , Aeva ve Japon NFL ve Mitsubishi’nin ortaklığı altında.

    Madencilik şirketinin bildirisine göre 2020’de Uranyumdan gelir 587,5 milyar Kazakistan Tengesi. Bunun içine Ruslar, Çinler ve diğerleriyle enerji anlaşmalarından yapılan gelir, ve “götürülen miktar değeri” dahil değil.

    Bunun dışında yine büyük Batı şirketleri ile ortaklık altında olan kaynaklar; Kazakistan yakın zamana kadar dünyanın en büyük 10’uncu sırada altın üreticisiydi; dünyanın en büyük bakır üreticisi olarak 11’inci sırada; dünyanın en büyük 3’üncü sırada krom üreticisi; dünyanın en büyük boksit ve dünyanın en büyük çinko üreticisi olarak 9’uncu sırada; dünyanın en büyük demir cevheri üreticisi ve dünyanın en büyük kurşun üreticisi olarak 12’nci sırada; dünyanın en büyük manganez üreticisi olarak 14’üncü sırada. Yani Kazakistan doğal kaynaklar olarak fakir bir ülke değil, tam tersine çok zengin ülkeler arasında.

    * Yani Kazakistan, yüzeysel ve ezberci bir yaklaşıma dayanan “Rusya’nın bir sömürgesi” anlayışının tersine ekonomik olarak ağırlıkla batıya bağımlı bir ülkedir.

    “Emperyalizmin ekonomik ilişkileri, “ diyordu Lenin, “tüm uluslararası durumun özünü oluşturur…(kimi ülkeler siyasi olarak) eski konumlarını korudular, ancak ekonomik olarak Amerika’ya bağımlı hale geldiler…”

    Emperyalizm çağında, tüm sömürge ve ulusal sorunlarda, proletarya ve Komünist Enternasyonal’in somut ekonomik gerçekleri ortaya koyması ve soyut doğru varsayılan kanıtsız önerilerden değil somut gerçeklerden hareket etmesi özellikle önemlidir.” Lenin, Komünist Enternasyonal’in İkinci Kongresi

    Burada konunun daha iyi anlaşılması için Lenin’in Ekonomik Analiz Nedir? Yazısından şu alıntıyı vermekte oldukça yarar var;

    Ekonomik olarak, emperyalizm, üretimin serbest rekabetin yerini tekele bırakacak kadar büyük, uçsuz bucaksız oranlar aldığı kapitalizmin gelişimindeki en yüksek aşamadır. Emperyalizmin ekonomik özü budur. Tekel, tröstlerde, sendikalarda vb., dev bankaların her şeye kadir olmasında, hammadde kaynaklarının satın alınmasında vb., bankacılık sermayesinin yoğunlaşmasında vb., kendini gösterir. Her şey ekonomik tekele bağlıdır.

    Amerikan tröstleri, emperyalizm ekonomisinin veya tekelci kapitalizmin en üst ifadesidir. Rakiplerini ortadan kaldırmak için ekonomik araçlarla yetinmezler, sürekli olarak politik, hatta cezai yöntemlere başvururlar. Ancak tröstlerin tekellerini salt ekonomik yöntemlerle kuramayacaklarına inanmak en büyük hata olur.

    Ekonomik “ilhak”, siyasi ilhak olmaksızın tamamen “ulaşılabilir” ve yaygın olarak uygulanmaktadır. Emperyalizm literatüründe, örneğin Arjantin’in gerçekte Britanya’nın bir “ticaret kolonisi” olduğuna ya da Portekiz’in gerçekte Britanya’nın bir “vassalı” olduğuna dair işaretlerle sürekli olarak karşılaşacaksınız. Ve gerçekte bu böyle: İngiliz bankalarına ekonomik bağımlılık, İngiltere’ye borçluluk, İngilizlerin demiryollarını, madenlerini, topraklarını vb. satın alması, İngiltere’nin bu ülkeleri siyasi bağımsızlıklarını ihlal etmeden ekonomik olarak “ilhak etmesini” sağlar.

    Emperyalizmin ideologları, diyordu Lenin, genellikle “ulusal kurtuluştan bahsederken … ekonomik özgürlüğü dışarıda bırakırlar. Ancak gerçekte asıl şey ikincisidir”. Çünkü ekonomik bağımlılık sürekli olarak siyasi bağımsızlıklarını tehdit eder.

    Kazakistan’ın bu -Sovyetlerin dağılmasının bir yan ürünü olarak- siyasi olarak Rusya’ya, ekonomik olarak Batıya bağımlılığı özgül durumu, Kazakistan’da gelişmekte olan “ayaklanmaların” devamında itici ve yönlendirici bu farklı çıkar grupların varlığını hesaba katarsak, onu özgül bir duruma yerleştirir. Bir ülkenin bağımsız olabilmesi için kendi sanayisine, ekonomisine sahip olması gerekir. Siyasi bağımsızlığı elde etmenin yolu, ekonomik bağımsızlıktan geçer. Bu açıdan Kazakistan Sosyalist Hareketinin “ülkenin tüm madencilik ve büyük ölçekli endüstrisini işçi kolektiflerinin kontrolü altında kamulaştırılması” çağrısı doğru ve yerinde bir çağrıdır.

    Bu anlamda Kazakistan’daki halk ayaklanmaları, temelde ve kendiliğinden gelişen yönüyle ekonomiktir ve ekonominin Batıya bağımlı olması nedeniyle, özündeki hedefi, Batıya olan ekonomik bağımlılıktır.

    Bu nedenle Batının, bu gelişmeleri Rusya’ya karşı olarak lanse etmesi iki yüzlülüktür, sinsiliktir. Ve gerek özgülde ekonomik bağımlılığı siyasi bağımlılıkla tamamlamak, gerekse geneldeki çıkar çatışmasında stratejik durumunu güçlendirme yönündeki taktiklerinin bir parçasıdır. Batının taktiksel yaklaşımını doğrulayacak şekilde tek başına atılan “Rus emperyalizmi ülkeden elini çeksin!” sloganı, konuyu “ekonomik bağımlılıktan” koparan, ABD ve Batı emperyalizmini aklayan bir içerik ve niteliğe sahip oluyor.

    Siyasi bağımlılıktan kurtulmak, ekonomik bağımlılıktan kurtulmayı beraberinde getirmez, bu bağımlılığı etkilemez (sosyalist devrim hariç-Kazakistan’ın somut şartlarında bundan bahsetmekte hayalcilik olur). Ancak ekonomik bağımsızlığı elde etmek siyasi bağımlılıktan kurtulmayı beraberinde getirebilir, onu etkiler. Bu temelde, kimdir Kazakistan emekçilerinin somut baş düşmanı? Rus emperyalizmi mi yoksa Batı emperyalizmi mi? Somut durum, güçler dengesi ve doğru veriler temelinde ayağı gerçek yere basan değerlendirmeyle cevap verilmesi gereken bu sorudur. Ayağın gerçeğe basması gereken yerlerden birisi 19 milyonluk Kazakistan’da 3,5 milyon Kazakistan vatandaşı Rusların varlığı, diğeri de birisinin komşu ülkesi olması, diğerlerinin binlerce kilometre uzakta olması. Bu gerçekler öznel nedenlerle göz ardı edilemez nitelikte gerçeklerdir. Kaçınılmaz olarak, hiçbir tekelci kapitalist ülke rekabet içinde olduğu binlerce KM uzaktaki diğerini sınırında askeri olarak bulundurmak istemez ve kendi haklı nedenleriyle buna müdahale eder. Bu nedenle Kazakistan’da işçi protestolarının yaygın halk hareketi haline dönüşmesi ve bunu kendi çıkarları doğrultusunda kullanma, yönlendirme ve kendilerine paye çıkarmaya çalışan her türden emperyalist, provokatör ve oportünist ajan faaliyetleri tarihi olarak kanıtlanmış kaçınılmaz bir olası gerçektir. Her türlü destekli ajan ve provokatörler, her iki tarafında Medyası bu ayaklanmaların özünü kendi çıkarları doğrultusunda saptırmaya çalışacaklardır. Daha ikinci gününde daha ikinci gününde 350nin üzerinde “güvenlik görevlisinin” yaralanması ve ikisi Kafaları Kesilmiş, 13 sivilin öldürülmesi, bu provokasyonların başladığının ve “kafa kesme” ile bazılarının niteliği hakkında fikir verebilir.

    Uzaktan lafazanlık ve alışılagelmiş soyut sloganlar Kazakistan’daki sorunları çözmez, çözmeye de yardımcı olamaz, ve bazen (yakın zamandır sık sık, Batı Medyasının kuyruğunda) onların borazancı lığını yapmakla, ve provokasyonları desteklemekle sonuçlanır. Stalin’in deyimiyle, “halk isterse devrim olur, istemezse devrim olmaz.” Marksist Leninistler açısından, Devrim olmayacaksa, Kazakistan emekçi halkının acil, asgari çıkarları nerede yatıyorsa, desteklenecek olan odur.

    Sonuç olarak, Zengin kaynaklara sahip olan Kazakistan’daki yaşam zorluğu, zamlar ve baskılar emekçi kitlelerin harekete geçmesi için bir kıvılcım arıyordu ve şoförlerin protestoları bunun kıvılcımı oldu. Ancak, Kazakistan’ın bu siyasi ve ekonomik bağımlılık konusundaki özgül durumu, ülke -ekonomik ve siyasi- ve bölgesel -stratejik- çıkarları olan bir sürü etken grupların olması, bu kendiliğinden başlayan, güçlü devrimci bir önderliğin olmadığı, yönlendirmediği ayaklanmanın gelişme yönünün ne olacağı konusunu -ürkütücü bir şekilde- muğlakta bırakıyor.

    Marksist Leninistler her zaman “taraftır”. Ve bu taraflılık her zaman emekçi ve ezilen halkların ve onların mücadelesinin o verili özgüldeki çıkarları tarafıdır. Bu çıkarlar özgülde ve genelde güçler dengesine bağımlı olarak değişken niteliğe sahiptir, ezberlenmiş, somut gerçeklere uymayan genel sloganlarla, tanımlanamaz, belirlenemez.

  2. Bir Renk Devrimi mi yoksa İşçi Sınıfı Ayaklanması mı? Kazakistan Sosyalist Hareketi Eş başkanı Aynur Kurmanov ile Röportaj

    https://yenidemokrasi.blogspot.com/2022/01/bir-renk-devrimi-mi-yoksa-isci-snf.html

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

*