İşçiler salt yaşayabilmek için bile kendi sorun ve ihtiyaçlarını sınıfsal olarak kendi ellerine almak zorunda kaldıkları zaman, ufukta bir sosyal devrim olanağı belirmeye başlar.
Bu durum örneğin, ücret, istihdam, kredi, gıda, su, enerji, konut, altyapı, sağlık-emeklilik fonları, can güvenliği gibi yaşamsal sistemler, şiddetli sınıf savaşımının da sürdüğü ağır buhran koşullarında çöktüğü veya işlemez hale geldiği, biri düşen diğeri çıkan düzen hükümetleri ve parlamenter sisteminin kitlelerin varlık yokluk sorunlarına çözüm üretmediğinin iyice görüldüğü koşullarda ortaya çıkabilir. Kitlelerin, gıda tedariği, barınma, sağlık, alt yapı, can güvenliği (işçi sağlığı ve güvenliği, grev ve eylemlerin öz güvenliği, yoksulların ve çocukların yaşam güvenliği, kadınların, ezilen ırk ve göçmenlerin öz güvenliği, vd) gibi acil ve yaşamsal sorunlarını kendi ellerine almaya başladıkları öz savaşım ve öz yönetim organ ve organizasyonları ortaya çıkabilir.
Öz organ ve organizasyonlar, bir yanda açlık diğer yanda fahiş gıda spekülasyonu koşullarında, tarım/gıda ürünü depo ve marketlerin yağmalanmasından başlayıp, giderek gıda tedarik ağına el koyup bizzat kitleler tarafından kendileri için organize edilmeye başlaması için bile zorunlu olabilir veya buna dönüşebilir.
Ücretlerin ve hakedişlerin ödenmediği, işçi katliamlarının yoğun olduğu, patronlarının terkettiği fabrika ve işyelerine el koyma veya işçi denetimi uygulama biçiminde ortaya çıkabilir. Evsiz kalan yüzbinlerce kişinin atıl duran lüks konut ve rezidans sitelerini işgal edip kendi yaşamlarını organize etmesi biçiminde ortaya çıkabilir.
Her biri saldırıya uğrayan kitle grev, direniş ve eylemlerinin, kadınların, ezilen ırk, ulus, mezhep ve göçmen kitlelerin kendi öz savunma organlarını oluşturması biçiminde ortaya çıkabilir.
Savaş ve işgal koşulları altında öz savunmayı bizzat kitlelerin ele alması, veya kitleler için yıkıcılaşan bir dış savaş koşulları altında savaşılan ülkenin işçileri ile birleşip halkları ile kardeşleşip gerici savaşı durdurmaya dönük mücadelenin örgütlenmesi biçiminde olabilir.
Yüzlerce kişinin öldüğü iş katliamları, deprem, sel baskını, kuraklık, salgın hastalıklar, gemi, uçak, tren ve bilimum “kazalar”ın ayyuka çıktığı ve birbirini izlediği koşullarda, devletin bunları sadece “seyredip” bunlara karşı kitle tepkilerini ve dayanışma seferberliklerini bastırıp engellemeye kalkıştığı durumda, kitlelerin öz savunma ve öz dayanışma seferberlikleri biçiminde ortaya çıkabilir. (ABD’de Katrina Kasırgası, Türkiye’de Marmara Depremi ve Soma katliamı, Kürdistan’da Rojava Direnişi ve Şengal gibi pek çok durumda, burjuva devletin her zaman kitle tepki ve dayanışma seferberliklerini bastırma aracı olarak hareket ettiğini biliyoruz.)
Hatta, kitleler için ölüm kalım sorunu haline gelen özsavunma istemlerini gerçekleştirebilmenin bile tek yolu, iktidarı almak haline gelebilir.
Bu da kitlelerin, varlık yokluk sorunu haline gelen özsavunma itkisiyle ortaya çıkan kendi meselelerini (kendi gerçek sınıfsal istem, ihtiyaç ve savaşımlarını) kendi ellerine alma zorunluluk ve eğilimlerinin, başlangıçta özyönetim biçimlerini sınırlı ve tohum biçimleriyle içeren konsey, milis tarzı özsavunma organlarının, uzlaşmaz savaşım içinde sosyal devrim organlarına dönüşmesi yoluyla gerçekleşebilir.
Öz Savunma Sosyal Devrim diyalektiği
Kitlelerin ilk eldeki isyan, hatta ayaklanmaları bile özsavunma ağırlıklı olabilir; fakat büyük çaplı özsavunma hareket ve organlarından sosyal devrime geçiş hiçbir zaman düz ve basit bir süreç değildir. Devrimci sıçramalar ve dönüşümleri gerektiren, sosyal devrim örgütü ve iç savaş/iktidar organı olarak kitle konseyleriyle koşullu, tarihsel-diyalektik (kısa veya uzun) bir süreçtir. İç savaş iktidarın alınmasından önce veya sonra başlayabilir. Kriz ve savaşımın sıçramalı gelişim sürecinde, burjuvazinin sınıf iktidarı yer yer ciddi zaaflara uğrayıp (örneğin iç-dış tüm cephelerde savaşmaya güç yetiremeyip, ya da bazı alanlarda kitle ayaklanmalarıyla başa çıkamayıp, veya bir hükümet bile oluşturmayı beceremeyip…) bazı bölgelerden veya yaşam-idare alanlarından geçici olarak çekilmek zorunda kalabilir. Bu da kitlelere belli sınırlar içinde ve geçici de olsa belli alan ve konularda kontrolü ele alma olanağı kazandırır.
Ancak sistem ve iktidarının bu zaaf ve kırılganlık noktalarını en etkin ve vurucu biçimde sosyal devrim doğrultusunda değerlendirebilmek için de, gelişkin bir sosyal devrim örgütü, program ve taktikleri gereklidir. Çünkü sistemin temel varlık ve iktidar koşulları (düzenli ordu, polis, bürokrasi, hükümet, burjuva demokrasisi, sermaye egemenliği, özel mülkiyet, eski işbölümü, vd) yıkılıp dağıtılmadığı sürece, çok geçmeden daha büyük güçle geri gelecektir!
Devrimci kriz durumu: Sömürücü sınıf eskisi gibi sömüremiyor, yönetemiyor, toplumu ve yaşamı eskisi gibi düzenleyip organize edemiyor, kitlelerin en yakıcılaşan temel ihtiyaçlarını (can güvenliği, gelecek güvencesi, sağlık, gıda, istihdam, insan gibi muamele görme, özgürlük, toplumsallaşma, vd) bile karşılayamadığı gibi karşılanmasının engeli ve bastırıcısı oluyor demektir. Kitleler eskisi gibi sömürülmek, yönetilmek, dizayn edilmek, nesneleştirilmek, değersizleştirilmek istemiyor, en azından yaşamsal ihtiyaç duydukları ve kendi yaşamlarına ilişkin bir dizi kritik konuda söz, karar sahibi olmak ve sosyal-siyasal değişim istiyor, kendi meselelerini kendi ellerine alma eğilimi gösteriyor, ve bunu büyüyen çaplı eylem, isyan ve örgütlenme dalgalarıyla ortaya koyuyor demektir.
Başlangıçta kitle isyan ve hatta ayaklanmaları bile, özsavunma istemleri ile sınırlı olabilir. Örneğin; sosyal yıkım programlarının kaldırılması, işsizlik, borç, pahalılık, sağlık, ödenmeyen ücret ve maaşlar, buharlaşan sosyal fonlar, konut, can güvenliği, despotik baskı ve yasaklar gibi sorunların çözülmesi, ezilen kesimlere saldırı, tecavüz ve cinayetlerin önlenmesi, bütün bunların müsebbibi olarak görünen yönetimin gitmesi, yerine kitlelerin daha içinden görünen, sorun ve ihtiyaçlarına kulak verecek bir yönetimin veya yönetim biçiminin gelmesi…
Ancak daha sınırlı bir kitleselliğe sahip özsavunma hareket ve organlaşmalarını bile daha kitlesel protesto eylemlerinden ayıran, ilk elde sınırlı ve tohum biçimiyle de olsa, kitlelerin kendi sorun ve ihtiyaçlarını kendi ellerine alma eğilimini içermesidir. Ne var ki, salt özsavunma ile sınırlı kalındığı durumda, kitleler bir yandan kendi meselelerini belli sınırlar içinde (sistem sınırları içinde) kendi ellerine alma eğilimi gösteriyor, daha doğrusu buna zorunlu kalıyorlarsa, diğer yandan da bu meselelerin çözümünü halen sistemden, en fazlası “düzeltilmiş” bir sistemden bekliyorlar demektir.
Büyük çaplı özsavunma kalkışmaları ve hareketleri ile sosyal devrim bilinci arasındaki ciddi eşiğin aşılması ise, ancak iki yönlü bir devrimci dönüşümle gerçekleşebilir: Birincisi, varlık yokluk sorunu haline gelmiş en kritik özsavunma mücadelesi istemlerinin bile bu sistem ve devlet yapısı, burjuva demokrasisi içinde çözülmediğini ve bir takım reformist yönetim değişiklikleri olsa bile çözülemeyeceğini, bu sorunları kimsenin sistem içinde kalarak ve sistemin parçası olarak onlar adına çözmeyeceği ve çözemeyeceğini bilince çıkarmak… İkincisi, özsavunma istemlerini (ki genellikle, sistem tarafından çözülemez hale gelmiş olsa bile, burjuva demokratik kapsamdaki istemlerdir) özümseyerek aşan, yeni bir yaşam özlem ve istemidir.
Sosyalist devrim, sistemin sınırlarına dayanan/bazıları aşan özsavunma istemlerini gerçekleştirmenin tek yolu olmakla kalmaz, onları özümseyerek aşmanın, yeni bir yaşam isteminden gelerek yeniden içeriklendirmenin ve biçimlendirmenin, sosyalist devrimci demokrasi düzeyine yükseltmenin yoludur. Komünist devrimci programatik-ideolojik, stratejik, taktik, örgütsel (gerektiği her yer ve zamanda askeri olan da dahil) bir komünist önderlik ve bağlantılı ileri sınıf önderliği olmadan, bu dönüşüm gerçekleşemez. Fakat kitlelerin başlangıçta özsavunma ile sınırlı da olsa, giderek bunu aşan aşağıdan tarihsel inisiyatif ve organları, kendi meselelerini kendi eline alma yönelimi olmadan da gerçekleşemez.
Büyük çaplı özsavunma mücadeleleri ile sosyal devrim bilinci arasındaki tarihsel-diyalektik dönüşüm/geçiş sorunu, her devrimin en kritik sorunlarından biridir. Özsavunma istemlerini devrimci sosyal değişim olanağı ve zorunluluğundan kopartan, aşamalandıran (örneğin şu kötü ünlü “geçiş programları”), sisteme aşağıdan basınç yaparak veya bileşeni olarak (veya ikisi birden) “düzeltmeye” çalışan yaklaşımlar, dosdoğru reformizme gider. Kitlelerin en yakıcı, en acil, ölüm kalım sorunu haline gelmiş özsavunma istemlerini umarsamayan, ya da en fazla dışsal bir pragmatizm ile umursayan, genel geçer bir devrim, sosyalizm propagandası ise geniş kitlelere pek hitap etmez, soyut kalır. Bunun kadar önemlisi, özsavunma isyan, direniş ve hareketlerinde ortaya çıkan aşağıdan inisiyatif, aşağıdan örgütlenme ve kitlelerin kendi sorunlarını kendi ellerine alma eğiliminin tarihsel gelişim seyrinin ne ve nasıl olacağıdır. Sistem bastırıp dağıtamadığı, daha da ileri gitme eğilimi gösteren özsavunma isyan ve hareketlerini, cellat-papaz kıskacında sisteme soğuracak sistem içi kanallar açmayı da gözetir.
İki kritik tarihsel örnek: Paris Komünü ve Ekim Devrimi
Paris Komünü, kitlelerin giderek her alanda kendi sorunlarını kendi ellerine almaya başlamaya zorunlu kaldıkları öz savunma organ ve biçimlerinin nasıl adım adım devrim organlarına dönüştüğünü gösteren tarihsel bir prototiptir. Paris Komünü, bir işçi devriminin eski sömürü ve egemenlik kurum ve ilişkilerini devralıp belli düzeltmelerle kendisi için kullanamayacağını; burjuva devlet iktidarı (düzenli ordu, polis, bürokrasi, parlamenter demokrasi, hükümet biçimi, ulus, vd) ve özel mülkiyetten başlayarak giderek tümünü kaldırmak zorunda olduğunu göstermekle kalmadı, yerlerine ne konulacağının temel belirimini de ortaya çıkardı: Marx’ın güçlü ifadesiyle: Üretenlerin özyönetimi. Yukarıdan/merkezi inisiyatif, kitlelerin aşağıdan devrimci inisiyatif organlarının onlara sorumlu bir bütünleyicisi, kitlelerin kendi sorun ve ihtiyaçlarına ilişkin karar, yönetim ve yeniden örgütleme/inşaa süreçlerine doğrudan katılımını ve yer almasını, çok yönlü ve bütünden özneleşmesini öncelikle gözetecek ve önderlik edecek, meşruluğu da buna bağlı organlar olacaktı. Paris Komünü’nün iç sınırları komünist program ve önderlik yoksunluğu başta olmak üzere, burjuva liberal ve küçük burjuva anarko-demokratik program ve anlayışları fiilen kısmen aşması ama kopamaması, eklektik bir bileşim oluşturmasından kaynaklanıyordu. Elinin altındaki Merkez Bankasına, “seçilmişlere” (eski rejimin seçilmiş Paris milletvekilleri ve belediye başkanları, vb), terkedilmiş işyerleri dışında özel mülkiyetine vb tuhaf saygısı, bunun ifadesiydi. Kritik bir iç sınırı da, çok gecikmiş ve dağınık bir iki saldırı girişimi dışında, öz savunma istem ve sınırları içinde kalmış olmasıdır.
Sovyet devrimi sürecinde (Şubat-Ekim), halen burjuva demokratik kapsamındaki “8 saatlik işgünü, herkese iş, işçi denetimi, ekmek, özgürlük, barış, toprak” gibi özsavunma istemlerinden yeni bir yaşam istemine geçişi (bolşeviklerin Sovyetlerde çoğunluğu kazanmasıyla) “Tüm İktidar Sovyetlere” sloganıyla görürüz. Şubat devrimiyle iktidar burjuvazinin eline geçmiş, burjuva demokratik devrim gerçekleşmiş, ancak kitlelerin hiçbir yaşamsal istemi gerçekleşmemişti. Sosyalist devrim, bunları gerçekleştirmenin tek yolu olmakla kalmıyor, özümseyerek aşıyor, yeni bir yaşam, gerçek bir sosyal değişim için sosyalist işçi konseyleri iktidarı istemi düzeyine yükseltiyordu. Lenin’in “Yaşasın Dünya Sosyalist Devrimi!” sloganıyla ülkeye dönüşü ve Bolşevik Partiden başlayarak bu dönüşümün adım adım nasıl gerçekleştiğini incelemek son derece eğiticidir. Bu dönemeçteki kritik noktalardan biri de, Lenin’in Bolşeviklere “İktidarı almak istiyor muyuz?” sorusudur. Bolşeviklerin bile önemli bölümü, iktidar boşluğu ve burjuvazinin iktidar zaafiyeti çok barizleşmesine karşın iktidarı almaktan korkmaktadır, çünkü kitlelerin acil istemlerini karşılayamayıp altında kalacağını düşünmektedir. Lenin ise kitlelerin devrimcileşmiş acil özsavunma istemlerini gerçekleştirmenin tek yolunun iktidarı almak, Sovyet iktidarını kurmak, burjuvazi/karşıdevrimin direncini kırmak/bastırmak ve ötesine geçmek olduğunu söyler. İktidar alındıktan sonra da, örneğin işçilerin en acil istemlerini gerçekleştirmek için bile, sermaye egemenliğinin devam ettiği koşullarda işçi denetiminin yeterli olmadığı, büyük işletmelerinin zor alımının zorunlu olduğu görülür. Çok geçmeden işletmelerin kamulaştırılmasının da yeterli olmadığını, yeni bir denetim ve hesap sisteminin de bizzat Sovyet iktidarı ve işçiler tarafından uygulanması zorunluluğu ortaya çıkacaktır… Uzlaşmaz sınıf ve sistem karşıtlığı koşullarında, kitlelerin yıkıcı ve kurucu tarihsel devrimci inisiyatifini sonuna kadar, eskisine tam karşıt, yeni ve daha yüksek bir toplumsal sistemin kuruluşuna doğru götürmekten başka yol yoktur.
Öz savunma ve Öz yönetim diyalektiği
Büyük çaplı öz savunma istem ve kalkışmalarından yeni bir yaşam bilinç ve örgütlenmesine doğru geçiş, yaşam işçi sınıfı ve kitleleri oraya doğru ittiği durumda bile büyük bir eşiktir. Temelde program ve sosyal devrim örgütü sorunudur. Fakat işçilerin, konsey tipi öz savunma organları içinde bile, şu veya bu düzeyde ağır basmaya devam eden, “ücretli emekçiler” olarak, eski toplumsal işbölümü (yöneten/yönetilen, kafa/kol, kadın/erkek, vd) içindeki eski yerlerini benimsemiş olarak, burjuva demokrasisini benimsemiş olarak, meta egemenlik ilişkilerini benimsemiş olarak, burjuva ulus kategorisini benimsemiş olarak…. bunları idealize ederek, en fazla biraz “düzeltilmiş”, reformize edilmiş biçimleri (yani yine sistem) içinden düşünmeye ve davranmaya devam etmeleri… öz savunma istemleri için ölümüne çarpıştıkları durumda bile, sosyal değişimi yine kendi dışlarına, yani doğrudan ya da dolaylı olarak sisteme, sistem reformasyonuna havale etmeleri anlamına gelir.
Bu durumda, büyük çaplı öz savunma savaşım, hareket ve hatta ayaklanmalarıyla (ki iktidarın bile öz savunmanın başka yolu kalmamasından mecburen, istemeye istemeye alındığı durumlar ortaya çıkabilir) ortaya çıkan aşağıdan inisiyatif ve organlar, yeni ilişki biçimleri, vd geriye doğru çözülür ya da bir dizi eski, yeni burjuva kurum ve biçim içinde eritilir. Fakat bu, dar protestoculuktan ayrışan, ciddi, kitlesel öz savunma hareketlerini küçümseyeceğimiz anlamına gelmez. Çünkü özellikle de işçi sınıfının her ciddi, az çok kitlesel öz savunma mücadelesi, ikili bir eğilimi içinde taşır: Aşağıdan inisiyatif, örgütlenme, kendi sorunlarını kendi ellerine alma eğilimi… Ve son noktaya kadar ağır basmaya devam eden, kendini sistem içindeki eski konumun biraz reformize edilmesiyle sınırlayarak, “yukarıdan” beklemeye devam etme durumu.
Dikkat edilsin, Paris Komünü’nde ta ki milisi silahsızlandırma ve toplarına el koyma saldırısına kadar, işçi sınıfının en ileri kesimi dışında kimse iktidarı almayı istemiyordu, o koşullarda bile Milis Merkez Konseyi devrimci işçi ve kadınların arkasından ittirmesiyle, istemeye istemeye iktidarı almak zorunda kalmıştı. Yani iktidarı almak istememiş, almak zorunda kalmıştı! Sovyet devriminde ise son ana kadar Bolşeviklerin önemli bir bölümü, iktidarı almaktan korkuyor, birikmiş dev çaplı sorun ve istemler altında ezilmekten korkuyordu! Bu durum, 20. yüzyıl boyunca, iktidarı alma olanaklarının belirdiği, hatta olmuş armut gibi olgunlaştığı, tek yapılması gerekenin uzanıp yasak elmayı kopartmak olduğu bir dizi durumda, onu burjuva demokrasisine teslim etmeye yol açtı.
Yaşamak Direnmektir!
Özsavunma, günümüz kitle mücadeleleri ve hareketlerinin merkezine oturmuş bir kavramdır. Her halde tarihin hiçbir dönemi, bu kadar yaygın, bu kadar çeşitli, bu kadar soluklu, yer yer de milyonlarla yoğunlaşan isyan ve direniş hareketlerine dönüşen öz savunma mücadeleleri görmemiştir. Bazan biri bazan diğeri daha geniş ve çeşitli kesimleri kendi özsavunma istem ve mücadeleleri ekseninde toplamakta bazan hepsi kendi alan ve yerellerine doğru saçılmakta, bazısı bazısı aylar, bazısı yıllar sürebilmekte; sonra yine öne çıkan yıkıcı bir saldırıya karşı bir direniş, bir öz savunma istem ve mücadelesi çevresinde toplaşılmakta, ve böyle devam etmektedir. Dünya çapında, şu veya bu pervasız saldırıdan tetiklenip bu gibi pek çok öz savunma hareket ve dinamiğini bir araya getiren Gezi tarzı yüzbinleri ve milyonları kapsayan isyan ve direniş hareketlerinin sayısı da artmaktadır.
Neoliberal kapitalist sömürü/egemenlik sisteminin öğütücülüğü …. o boyutlarda ki, artık “yaşamak direnmektir” sloganının gerçeğe dönüştüğü noktadayız. Her günkü yaşamında şu veya bu konuda bir dizi mikro tikel direniş yapmadan, en az birkaç ciddi kitle direnişinde yer almadan, insanın kendini insan gibi, yani toplumsal olarak anlamlı bir varlık olarak bile hissedemez hale geldiği bir noktadayız.
Öz savunma mücadeleleri, sınıfsal, toplumsal, cinsel, ulusal, bireysel, doğasal… olarak varoluşsal karakter kazanmaktadır. Onsuz, “yaşar; ne yaşar ne yaşamaz” bıçak sırtı çizgisinde bata çıka giden kitleler ve bireylerin, tam bir düşkünler yığını haline gelmesi kaçınılmaz olurdu. Öz savunma, insanların örgensel bütünlüğünü (beden, duygu, düşünce, emek, doğa), yaşamsal enerjisini ve toplumsal varoluşunu koruma mücadeleleridir. Her ciddi, kitlesel özsavunma mücadelesi, tikel bir mesele çevresinde gelişse bile, kitlelerin o meseleyi kendi öz meseleleri olarak görüp kendi ellerine almaya çalıştıkları/almaya başladıkları ölçüde, tohum olarak farklı bir toplumsallığı/özneleşmeyi inşa eğilimini de kendi içinde taşır.
İster Gezi tarzı sokak meclisleri, veya en son Fransa’da devam eden yeni iş yasası karşıtı isyan ve direnişlerde ortaya çıkan okul ve işyeri kurulları biçimlerde olsun, burjuvazinin ve egemenlik kurumlarının (hükümet, polis, medya, sendika, vd) yukarıdan baskı ve dayatmalarına karşı aşağıdan kitle inisiyatif ve organlarıyla özsavunma mücadelesi istemleri temelinde karşıtlaşmayla ortaya çıkar.
Bizim için özsavunma mücadelelerinin istemleri kadar bu yönü önem taşır: Aşağıdan inisiyatif, fiili kitle demokrasisi ve eylem organları, kitlelerin kendi meselelerini kendi ellerine alma yönelimi, karar ve eylem organlarını bütünleştirme eğilimi…
Kendiliğinden özsavaşım, özdemokrasi, özinisiyatif organları, karşıt güçle hem savaşır, hem de istemlerini kabul edilmesi için müzakere yürütmeye çalışır; kendiliğinden kaldığı sürece, kazanım elde etsin edemesin, bir noktasından sonra sopa-havuç politikası karşısında çözülme veya sistemin şu veya bu kurumuna veya açtığı subapa yedeklenme eğilimi de taşıyabilir. Fakat bu tarz aşağıdan kitle inisiyatif ve organlarının, hangisi hangi sınırlarda kalırsa kalsın durmaksızın yenilerinin ortaya çıkması, bu yönde dünya çapında güçlenmekte olan bir tarihsel dinamik olduğunu, özsavunma mücadelelerinin giderek daha direşken, yığınsal ve yeni bir karakter kazanmaya başladığını gösteriyor.
2016