İstanbul’un göbeğinde her gün binlerce insanın gelip geçtiği bir meydanın hemen yanı başında bir direniş var. Kavurucu yaz sıcağında çadırın altında bekleyen direnişçiler… Her cuma saat üçte, desteğe gelen (çok az) işçi kardeşleriyle birlikte Galatasaray Lisesi önünden BEDAŞ Müdürlüğü önüne yürüyorlar.
Kentin ücra köşesinde kurulu bir sanayi sitesinde yaşanan direnişin görünürlüğü medyaya ne kadar çıktığıyla orantılıdır. Hey Tekstil fabrikası, onun önündeki Hey Tekstil işçileri ne yana düşer? Mevsimler boyu orda bir yerde direniş vardı. Bil(e)medik, duy(a)madık, gör(e)medik uzunca bir zaman. Peki ya BEDAŞ direnişi? Bu direniş Taksim Meydanı’nda, gözümüzün önünde dalya yaptı ve hala da devam ediyor! Her gün birçoğumuzun geçtiği, eğlenmek için gittiği bir merkezde hem de. Onu bildik, gördük, duyduk! Ama onu bilmedik, görmedik, duymadık! Bilinç kapalı, gözler kör, kulaklar sağır! Çünkü meta egemenliğinin, meta ilişkilerinin, meta-bilincin (burjuva ideolojisinin), yabancılaşmanın ördüğü bir duvar var BEDAŞ çadırıyla aramızda! Bu yüzden BEDAŞ Direnişi şehrin (vitrinlerin) parıltılı ışıklarıyla yalnızlaştırılmış bir direniş. Ve ancak“vitrinlere değil gökyüzüne bakabilirsek” bu yalnızlık fesadını dağıtabilir, sınıf kardeşlerimizin mücadelesini görüp bilebilir, böylece kendi sınıf kavgamıza sahip çıkabiliriz.
Bir direniş var; Taksim’de, BEDAŞ Genel Müdürlüğü’nün önünde. BEDAŞ sayaç okuma işçileri direnişte… BEDAŞ işçileri gelecekleri taşeronun iki dudağı arasında olmasın; ücret-sigorta-yol-yemek-senelik izin hakları gasp edilmesin ve tam ödensin; her ihalede taşeron, boş kağıda “içeride hiçbir hakkım yoktur” diye imza koymasını isteyip, kıdem tazminatı ve tüm diğer sosyal haklarını öylece masada bırakmasını dayatamasın diye örgütlendi. Taşeronluk sistemiyle kölece çalışma ve yaşam koşullarının katmerlisine mahkûm olan, aynı sömürüyü-sefaleti-açlığı-aşağılanmışlığı-yoksayılmışlığı-parçalanmışlığı… yaşayan diğer sınıf kardeşleriyle mücadele ve kader birliği yapmak için sendikalılaştı. Tıpkı Çukurova’nın kavurucu yaz sıcağına karşı direnişlerini sürdüren TEDAŞ işçileri gibi.
BEDAŞ işçileri üyesi oldukları Enerji-Sen’in öncülüğünde ücretlerinin tam ve zamanında ödenmesini istedikleri, ücretleri ödenmediğinde işbaşı yapmayacaklarını bildirip işe çıkmadıkları için işten atıldılar. Aslında BEDAŞ işçileri örgütlenerek taşeronluk sistemini fiilen boşa düşürecek ilk adımı attıkları, kolektif örgütlenme-eylem haklarını fiilileştirdikleri için işten atıldılar. Asıl patron olan BEDAŞ için de, taşeron için de BEDAŞ işçilerinin sendikalılaşması ve haklarını istemesi aynı anlama gelmektedir: Taşeronluk sisteminin altını boşaltmak, işlemez hale getirmek! Sınıf düşmanımız attığımız adımın ekonomik-siyasal-sınıfsal her yönüyle karşılığının ne olduğunu çözümleyerek stratejisini oluşturmaktadır! Biz de bu stratejik yaklaşıma uygun hareket etmeliyiz. Sorunun tanımlanışı da çözümü de “işe geri alınmak”tan çıkmıştır artık. BEDAŞ ve taşeron daha baştan sorunu zaten bu sınırlılıkta ele almamış, bu örgütlenmenin, kolektif eylemin anlamını yerli yerine oturtmuştur. Ya biz? Evet, işe geri dönmek istiyoruz ve isteyeceğiz. Ama sendika hakkımızı kabul ettirerek, kolektif örgütlenme-eylem hakkımızı almış olarak, ücret-sigorta-yol-yemek-kıdem tazminatı-senelik izin ve diğer sosyal haklarımızı kazanmış, tam ve zamanında ödenmesini sağlamış olarak, ihale köleliğine dur demiş olarak… Bu taşeronluğu fiilen de resmen de BEDAŞ’ta kaldırmayı hedeflemek demektir.
Taşeronluk bizim için parçalanmışlık, tek başınalık, örgütsüzlük demektir: enerji işkolunda üretim, dağıtım, bakım onarım işleri dâhil tüm birimler taşeronlaştırılmış ve birbirinden yalıtılmıştır. Sadece bu birimler mi, aynı bölgede okuma yapan işçiler bile yan yana gelemez. Okumada örneğin herkes endeksörüyle baş başadır, yalnızdır, sadece kendi bacağından asılır. Her ihalede tek tek (zimmetli endeksörlerle birlikte) sözleşme yenilemesi adı altında tüm haklarımızı boş bir kâğıda imza atarak masada bırakıp çalışmamız istenir. Veya endeksörü bırakıp çıkmamız… Her şey bu kadar çıplaktır! BEDAŞ ve TEDAŞ işçileri öncelikle bu çıplak gerçeği görüp değiştirme bilinç ve iradesini gösterdikleri için işten atıldılar.
Taşeronluk kölece çalışma ve yaşam koşullarının katmerlisiyle işçilerin daha çok sömürülmesi demektir: Taşeronluk sistemi, üretim ve emeğin bölünmesini sağlayarak esas olarak sendika ve toplu iş sözleşmesi hakkının toprağa gömülmesini hedefler. Burjuvazi sömürünün devamlılığını ve istikrarını sağlamak için işçi sınıfının örgütlülük düzeyine, sınıf hareketinin gelişim düzeyine bağlı olarak işçi sınıfının kimi talep ve haklarını tanımak zorunda kalır. Yoksa sendika ve TİS gibi azami artıdeğer sömürüsünün önünde engel olabilecek her türlü sınıfsal hak ve kazanıma karşıdır. Ve taşeronluk sistemi de işçi sınıfını kuralsızlık-esneklik-güvencesizlik prangasına mahkûm ederek burjuvazinin azami sömürü özgürlüğü kazanması demektir! Burjuvazi, işçi sınıfının mücadelesi nedeniyle, geri adım atmadığında kaybedecekleri büyüdüğünde mutlak ve göreli artıdeğer sömürüsünün azalmasına, yani işçi sınıfının talep ettiği kimi ekonomik-sosyal-siyasal haklarını vermeye razı olur. Kazanılacak en ufak bir hak bile, sınıfa karşı sınıf netliğinde mevzilendiğimizde, işçi sınıfının gerçek kurtuluşu için emek gücümüzü metalaştıran ve köleliğimizi üreten kapitalist sisteme karşı birleşik sınıf eylemini geliştirdiğimizde mümkün olacaktır! Taşeronluğu da ancak sonuçlarına karşı mücadele ederek değil temelden hedefe koyarak kaldırabiliriz. “Taşerona teslim olmayacağız” BEDAŞ işçilerinin sürekli attığı bir slogandır. Bu sloganı atmaya devam etmeliyiz, ancak bir düzey daha yükselterek “Taşeronluk sistemini kaldıracağız”, “Kahrolsun Ücretli Kölelik Düzeni” sloganlarıyla birlikte…
Taşeronluk, burjuvazinin maliyet yükselten kalemleri ortadan kaldırması, yani işçi sağlığı ve güvenliği namına hiçbir kuralın, ilkenin tanınmaması demektir: Yüksek gerilim hattında, bir elektrik direğinin tepesinde asılı kalmak… Halil Akkeş, Çukurova’nın ağustos sıcağı yetmemiş gibi elektrik direğinde akıma kapılıp kavruldu. Hiçbir koruyucu önlem ve malzeme olmaksızın, bakım-onarım konusunda yeterliliği olup olmadığı gözetilmeksizin o elektrik direğinin tepesine çıkartıldı. Tıpkı iki yıl önce bir bayram günü Gaziosmanpaşa’da gerilim hattının tamiri için vince çıkan ve orada asılı kalan Erkan Keleş gibi… Daha kaç işçi arkadaşımızın son bakışı, son dokunuşu, son kahkahası, son gözyaşları, son çaresizliği,.. son ne varsa işte, hepsi toplanıp bir gerilim hattında, elektrik yüklü bir trafoda, baraj kapaklarının üstüne açılmasıyla azgın sularda, Erzurum’da beş enerji işçisinde olduğu gibi buzda biten bir “son”a dönüşecek? BEDAŞ-TEDAŞ işçileri adeta bir “işçi doğrama sistemi” olan taşeronluğu kaldırmak için mücadele ediyorlar. Halil Akkeş’in, Erkan Keleş’in ve birçok sınıf kardeşimizin katili kölece çalışma koşullarının en katmerlisini bize “bahşeden” taşeronluk sistemidir. Ve İstanbul’un göbeğinde çadır kurarak direnen BEDAŞ işçileri de Çukurova’nın sıcağına inat mücadelelerini sürdüren TEDAŞ işçileri de işte bu katmerli sömürüye karşı direnişteler.
BEDAŞ Direnişi’nin ve TEDAŞ Direnişi’nin öne çıkan ileri yanı, direnişçi işçilerin direnişlerini sınıf mücadelesinin bir mevzisi olarak görmeleridir. Bu her işçi direnişinin/eyleminin objektif olarak zaten yüklendiği bir misyondur. Ancak burada söz konusu olan objektif olanın bir de direnişçi işçilerin somut eylemleriyle an’da buluşması, bu bilinçle hareket edilmesidir. TEDAŞ direnişçileri 16 Ağustos’ta, bir kez daha TEDAŞ’ı işgal edip pankart açtılar. Bu işgali işe geri alınma taleplerini bir kez daha haykırmanın yanı sıra iş cinayetine kurban verdikleri arkadaşları Halil Akkeş’i anmak için yaptılar. “İş cinayetinde ölen enerji işçisinin hesabını soracağız” sloganını atıp işçiler için can güvenliği talebini yükselttiler. “Ölenleri an, kalanlar için mücadele et!” TEDAŞ işçileri işçi sağlığı ve güvenliğinin enternasyonal şiarıyla hareket ettiler. BEDAŞ işçileri her Cuma yaptıkları yürüyüş ve eylemlerinde tüm işçi direniş ve eylemlerinin sesini çoğaltmaya çalışıyorlar. Grev yasağını protesto ettikleri için işten atılan ve direnişte olan THY işçilerinin direnişini kendi direnişleri saymaları ve THY Taksim bürosuna pankart asmaları, Kiğılı mağazasının önünde Kiğılı direnişçisine selam göndermeleri minik de olsa birleşik sınıf mücadelesi yönünde atılmış ileri adımlardır. Yine BEDAŞ işçilerinin enternasyonal sınıf dayanışmasının bir örneği olarak direnişlerinin 96. gününde yaptıkları rutin cuma yürüyüşlerinde güvencesizleştirmeye karşı greve çıkan Lübnanlı elektrik işçilerinin eylemlerini selamlamaları da anlamlıdır. Enerji işçileri bu ileri öncü çıkışlarını taşeronluk sistemini hedef alarak büyütecekleri direnişleriyle ileri taşımalıdır.
Sınıf mücadelesindeki deneyimimizden çıkardığımız son bir ders ve uyarımız da şudur: İşçi sınıfının çıkarları asla siyasal grup çıkarlarına kurban edilmemelidir! Son birkaç yıldır enerjik ve dinamik örgütlenme çabasıyla önemli bir üye sayısına ulaşmış olan Enerji-Sen’in DİSK’e yaptığı üyelik başvurusunun kabul edilmemesinin hiçbir açıklaması olamaz. DİSK yönetimi uzunca bir süredir açık ve kabul edilebilir bir gerekçe göstermeksizin Enerji-Sen’in üyelik başvurusunu sürüncemede bırakmaktadır. Oysa Tes-İş’in Anadolu’da ve büyük işletmelerdeki teslimiyetçi çizgisinin kırılmasında Enerji-Sen’in DİSK’e üyeliği önemli bir moral etki yaratma potansiyeline sahiptir. Bu bilinmesine rağmen sendikanın DİSK’e üyeliğinin onaylanmaması tamamen siyasal grup çıkarları ve koltuk hesaplarıyla bağlantılıdır. Sendikal hareketin temel zaaflarından biri olan küçük burjuva siyasal grupların sendikalarla kurduğu sahiplik ilişkisi ve kendi aralarındaki rekabeti, bugün yeni bir örneğiyle karşımızda durmaktadır. Sınıf mücadelesinin gelişimine içeriden köstek olan bu kokuşmuş anlayış, burjuvazinin ekmeğine yağ süren sonuçlarıyla birlikte artık parçalanmalı ve hak ettiği yere, tarihin çöplüğüne gönderilmelidir.
İşçi sınıfının kendisi için sınıf olabilmesi parçalı, dağınık, dar kesimsel talep ve mücadeleleri aşması ve birleşik-toplumsal işçi bilinciyle hareket etmesine bağlıdır. İşçi sınıfının kadrolu-sözleşmeli-kamu işçisi-taşeron tüm kesim ve bölükleri bugün direnişleriyle kuralsızlık-esneklik-güvencesizlik anlamına gelen taşeronluk sistemine karşı mücadele eden, direniş çadırı kuran enerji işçilerinin, taşeron sağlık işçilerinin direnişlerine sahip çıkmalı, burjuvazinin tüm sınıfı hedef alan saldırısına karşı topyekûn mücadele etmelidir.