Home » GÜNDEM » Deprem ve sonrası bir örgütlenme önerisi ve yeni bir kent inşası

Deprem ve sonrası bir örgütlenme önerisi ve yeni bir kent inşası

ALİ EŞKİ

Yine tekrar anladık ki, deprem ne kadar şiddetli olursa olun, yıkımların ve ölümlerin asıl faili devlet ve sermaye sistemidir. Bunun üzerine çokça teorik argüman yazılabilir.

Sermaye ve devletinin deprem sonrası arama ve kurtarma faaliyetine dair neleri ve nasıl yaptığını da bir kenara koyarsak, Antakya/Hatay özelinde yeni bir kent kurulması üzerine yapılan ilk çalışma şu oldu: Antakya’yı Ekinciler, Karaksı, Karlısı Kisecik gibi Amanos dağlarının eteklerine taşımak!

Fakat bunun önerilme biçimi de şöyle olmuştur: Ato ve Hatso denilen Antakya’nın ticaret ve Hatay’ın ticaret ve sanayi odası temsilcileriyle iç işleri bakanının toplantısı sonrası böyle bir karara varıldığı basına yansıdı. Yani 1,5 milyonluk kentin yeniden inşaasında sermaye dışında hiçkimsenin en ufak bir söz hakkının olmadığı ve olmayacağı anlaşılmış oldu. Nitekim daha enkazlar kaldırılmadan, yeni kentin nerede kurulacağına dair belirlemeler sadece bir kişinin kafasında oluşmuş ve halkı ve odaları bu konuda kentin gerektirdiği ne kadar iş ve kişi var ise dışlayarak bir kararname yayınlandı. Bu kararnameye göre en temel mülkiyet hakkı dahil, hiç kimseye sormadan hiç kimseye bir itiraz hakkı da tanımadan kararlar alınmış, ihaleler bile yapılmaya başlanmış.

İşte tam bu noktada bir kentin tüm bileşenlerini dışlayarak alınan bu kararlara karşı, yıkılan kentlerin tüm bileşenlerinin bir araya gelerek, halkın tüm kesimlerinin delege seçerek sürece katıldığı demokratik bir tartışma ortamı içinde bir kentin nasıl kurgulanıp, tasarlanıp kurulacağı konuşulmalı ve işe başlanmalıdır.

Bu sürecin ayrıntılarına gelmeden önce, elbette bu sürecin zorunlu olarak en tepeden ve tek merkezden alınan bu tür kararları boşa çıkarmak ve uygulanmasına engel olmak dahil neler yapılması gerektiği ile birlikte yürütülmelidir. Bir yandan yeni bir kent kurulması ve fakat bir yandan da yaşanan felaketin sorumlularının tespiti ve hesap sorulması görevini birlikte yürütecek ve tüm bir kenti kapsayan bir meclis örgütlenmesi yararlı olacaktır.

Tarihte bağımsızlık yaşamış bir Hatay için meclis fikri yabancı da değildir. 1938 yılında kentin belli başlı tüm etnik ve dini gruplarının oluşturmuş olduğu meclise atfen bir meclis oluşturmak tarihsel bir bağıntı da kurmak demek olacaktır. Buna meclis de denmezse de konsey de dense işlevi, kent halkının önüne koyduğu kenti inşaa ve yıkımın sorumlularından hesap sorma işlerine göre belirlendikten sonra ismin de esasen pek önemli olmayacaktır.

Sermaye kendi bildiği şekilde ve tüm bir halkı dışlayarak bir kent tasarlıyor. Biz kendi bildiğimiz ve olması gerektiği yönüyle bir kentin sermaye dışında kalan tüm gerçek bileşenleriyle tartışılarak her yönüyle bir kent tasarlayacağız. Bunun tartışması bile tek başına bir alternatif siyaset üretecektir. Buna kuşku yok. Ama hatay özelinde bir halkın bir kent tasarlaması, bunu planlayarak örgütlemesi ve yapması belki bir ilk olacaktır. Bunu başarabiliriz.

İşin örgütlenme kısmından başlarsak, Temel örgütlenme biçimi Meclis olmalıdır. Bu mecliste halkçı tüm siyasal özneler olmalı. Ama mahallelerin kendi aralarında kurdukları dernek ve benzeri oluşumlar, veya bu mahallelerin seçecekleri delegeler asıl unsurlar olmalıdır. İlkin alanda bulunan ve süreci başından beri hakkını vererek yürüten ne kadar siyasal oluşum var ise, bunların mutlaka yer alması ve fakat kendi aralarındaki eğilim farklarını bir yana bırakarak ortak bir program çıkarma konusunda ortaklaşmalılar. Meslek odaları olmalı. Bunlar içinde avukatların, mühendislerin ve tabiplerin temsil edilmesi veya temsilcilikleri mutlaka olmalıdır. Bu kesimlerle ayrıca yeni bir kent inşaasının, planlanmasından uygulanmasına kadar bilimsel ve teknik alt yapıyı da ortaya koyacak kesimler olması yönüyle özel bir ilgi ve hasassiyetle ilgilenilmesi gerekir. Mahallelerin yanısıra küçük esnaf ve işçi ve memur kesimlerinin veya değişik emekçi kategorilerinin her birinin kendi özgün emekçi yönüyle temsil edilmesi gerekir. Çiftçiler, nakliyeciler, her 100 işssize bir delege gibi. Hatay’ın her türlü etnik ve dini gruplar da kendini bu mecliste görebilmelidir ama hiç kimse meclisi kendi dini ve/veya etnik kimlik anlayışının bir aracı olarak görmemelidir. Bu konuda katı olunmalıdır.

Her şeyden önce bir Hatay’lılık bilinci ve anlayışı geliştirilmelidir. Bu meclis bu genişlik içinde boğulmamak için, yeterli sayıda toplantı ve tüm kesimleri yeterli ölçüde temsil ettiğini düşündüğünde daha dar bir yürütme komitesi seçmeli ve meclisin tartışıp karara bağladığı kararları yürütmelidir. Tıpkı bir hükümet gibi çalışmalıdır.

A- Meclis Hatay’ın yeniden inşaasını tartışmalı ve uygulamalıdır. Bunun temel ilkeleri tamamen akıl ve bilimin ilkeleri doğrultusunda belirlenmelidir. Ama yıkılan kültürel ve tarihi yapının nasıl yeniden kurulacağı da tartışılıp belirlenmelidir. Bu inşaa çalışmasında herkes dikkate alınmalı ve kendine yer bulmalıdır.

Benim aklıma gelen ilk notlar: Yeniden inşaa konusunda yer seçimi tüm rant elde elde girişimlerinin ötesinde, kar amacıyla değil, barınma ve konut hakkı bağlamında tüm herkesi kapsamına almak zorundadır. Bu nedenle akıl ve bilim tek yol gösterici olmalı, konut birer meta olmaktan çok, insanın başını sokabileceği deprem ve diğer pek çok güvenlik sorununu çözen bir anlayışla düşünülmelidir. Mülkiyeti olmayanın ise, bu inşa sürecinde ortaya koyacağı emek ile başını sokabileceği bir evinin olması da tüm bir halkı bir amaç etrafında birleştirecektir. Çok mülkiyeti olanın bu çokluğunun bir kıymetinin kalmadığı, olmayanın ise, bir kent yaşamında emeğiyle bir mülkiyete sahip olabildiği ve bu şekilde kente daha sıkı tutunabildiği bir ilişki kurgulanabilir. Zaten eşya hukukunda inşaat işçilerinin bina üzerinde kanuni ipotek hakkının da olduğu düşünüldüğünde pek de hukuk dışı abes bir öneri de olmadığı, kurulu ekonomik sistemi kökten değiştiren bir öneri ortaya koymadığım anlaşılır.

Bu inşa süreci bir bütün ve tüm bir halkın, planlama sürecini birlikte kararlaştırıp uyguladığı ve bu çerçevede uzmanlarından görüş de alıp buna göre de karar verdiği bir süreç olmak zorundadır. Hatay bir arsadır ve bu arsanın sahipleri toplamda yaklaşık 1.5 milyon insandır. Kimin fazla kiminin az, kiminin sahibi olduğu bir şey de olmayabilir ama emeğiyle bunu ikame edebileceği bir büyük arsa sahibi insan topluluğundan bahsedilebilir. Biz arsa sahipleri olarak yani 1.5 milyon insan olarak hangi müteahhitle çalışacağımızı, ya da müteahhitle çalışıp çalışmayacağmızı, kentin tüm her şeyine karar verecek olanlarız. Tıpkı arsa sahhipleleri ile müteahhit arasında ayrıntılı düzenlenen kat karşılığı inşaat sözleşmesi gibi, fayansın rengine kadar karar veren arsa sahipleri gibi davranmalıyız. Tek fark, arsa karşılığı kat karşılığı değil, kent karşılığı toplu bir inşadan bahsediyoruz.

Tüm süreçleriyle bu organize edilmelidir. Bu nedenle süreç hükümet veya devlete ve özellikle rant yönüyle düşünmek dışında bir anlayışa sahip olmayan sermaye kesimleriyle yürütülemez. Tüm arsa sahiplerinin özgürce müteahhidini belirlemesi ve yapının tüm hususlarını belirlemesi gibi, Hatay halkı da herşeyi belirlemelidir.

Demokrasiyi öğrenmek zorundayız. Tüm bu süreç her yönüyle planlanabilir. Bu konuda benim aklıma gelen önerileri en sona bırakacağım ama bu konu bir bütün olarak yine kentteki mimar mühendis ve teknik ilgililerin akıl ve bilim ışığında yapacakları çalışmalar temel alınmalıdır. Kentin nereye kurulacağı, mimari yapısının nasıl olacağı, sokak uzunluk ve genişliğinden tutalım da binaların yüksekliğine ve dikilecek ağaçlara kadar, bilimin gerekli kıldıklarını bu teknik heyetler halkın önüne sunduğunda Hatay halkı, tartışarak karar almalıdır.

Bir koca inşaa faaliyeti, bir koca toplu emek hareketidir. Bu açıdan tüm bu süreçte her türlü ihtiyacın da karşılanması planlamaya dahil edilmelidir.

Kent; antik bir kenttir. Kentin altında insanlığın tarihinde çok önemli dönemeçleri aydınlatacak antropolojik ve tarihsel iz ve eserler vardır. Bu nedenle var olanların aslına uygun inşa edilmesi ile kentin insanlığa hizmet eden hale gelmesini sağlamasının yanında, henüz sırf yapılmış ve şimdi yıkılmış bu binalardan kaynaklı çıkarılmayan tarihi eserlerin de gün ışınığın çıkarılması faaliyeti de düşünülmelidir. Elbette zaten bildiklerimizi aslına uygun yeniden yapmalıyız. İlk elde, tüm tarihi cammiilerimizi, tüm tarihi kiliselerimizi, tarihi havraları ve her türlü eski yapıyı aslına uygun yapmalıyız. Bence yıkılan kentin enkazı üzerinde değil, enkazın altını da bu tarihi eserleri gün ışınığına çıkarmak açısından bir fırsat olarak belleyip, kenti daha iyi bir yere ve fakat teknik yönden ilgili uzmanların görüşleri alınarak karar meclisçe verilerek inşa edilmelidir.

Bence kentin yıkıntılarının nereye atılacağı ve bu yıkıntılardan neler yapılacağı da öyle düşünülmelidir ama bu ayrı bir konu. Ama tüm bu çalışmanın ilk kararı belki bu olmalıdır. Bir öneri olarak imar planlarında yer alabileceğini düşündüğüm bir kaç önerimi yazmak istiyorum: kentin yıkılan yerinin panaromik olarak en güzel yeri olduğunu düşünerek, Asi’ye bakan, Habibi Neccar dağını gören karşı Amanos eteklerindeki tüm konutlar Asi’ye ve Habibi Neccar’a bakmalıdır. Bu şekilde güney cepheli olmuş olacak. Ama Asi’ye ve dağa en yakın yerlerin 1 katlı ardından gelenlerin 2 kat ve arkaya doğru ve en yüksek binaların da en sonda olduğu bir imar planı esasen sahiller için olması gereken planlar gibi bir plan dahilinde düşünülebilir.

Keza içinden nehir geçen kentlerin olasılıklı ve imkanlarının ne şekilde değerlendirilebildiği dünyanın değişik kentlerine de bakılarak düşünülebilir, Paris, Prag, Londra ve sair. Ama burada plansız, sistemsiz, herkesin istediği gibi bina yapamadığı bir temel ilkeleri benimsemek zorunluluğu vardır. Bu nedenle soruna sermayenin rant elde etme ve bu nedenle azami yükseklik veya bir kentin komple plan ve imarına ve sadece kendi bina planını kente dayatan bir mimari tarzı yerine bir kent planlaması ve mimarisi mantık ve ilkeleri konulmak zorundadır.

Kentin tüm yollarında bisiklet yolu olmasının dışında, Asi’nin kenarından denize ve oradan Çevlik’e ve oradan halihazırdaki bisiklet yoluyla birleştirilerek İskenderun’a ve oradan da tekar Antakya’ya uzanacak bir büyük bisiklet yolu planlanmalıdır. Bir kentin tümünün spor yapabilmesi için gerekir. Keza Asi nehrinin her iki tarafında genişliği yer yer 4-5 km.ye çıkan tamamen yeşil alanlar olmalıdır. Ovanın kıyı kenar çizgisinin Antakya ya giden yolun dağ tarafında kaldığı da görülmeli. Düz yerlerin hiçbirine bina dikilmemelidir. Tarıma elverişli tüm alanlar kesinlikle yapılaşamamalıdır.

Kent, Havaalanının yapılabileceği Topboğazından Samandağa kadar Amanosların eteklerine uzunlamasına kurulabilir. Tarif edilen bu yerin uzunluğu 60 km.dir. Uzun bir mesafe değil. Eni ise dar olur ve bir yerden yol ve alttan metro ile tümü birbirine bağlanabilir. Bu hat üzerinde çöküntü veya düşük yerler haricindeki tepelerde birer kasaba şeklinde yoğunlaşmalar olabilir. Bu hat kuzeye doğru Kırıkhan ve Hassayı da birbirine bağlayabilir ve Reyhanlı da bu hat ta yer alması düşünülebilir. Veya bir de Kel dağından başlayarak Harbiye den Altınözü ve Reyhanlı ya uzanacak paralel bir hat daha düşünülebilir. Buranın da kayaç yapısı sağlamdır. Fakat daha engebeli olmasıyla maliyeti arttırabilir. Bu nedenle üzerinde durulmayabilir de..

Aynı mantık Arzuz-Payas arası için de planlanabilir. Halihazırda sanayinin yoğun olduğu ve İskenderun limanı Dörtyol arası olduğu gibi bir yoğun sanayi bölgesi olarak tasarlanabilir ama buradaki tüm yerleşimlerin Amanosların eteklerine taşınması ve fakat asıl olarak Belen ve oradan yine Amanosların eteklerinden Arsuz’a doğru düşünülebilir ki, zaten bu dağların eteklerinden Arsuz’a düşünülen çevre yolu da bu şekilde planlanabilir. Burası da yine Antakya merkezli hat gibi, sanayisi İskenderun Dörtyol arası olan, deniz Turizm i ise Arsuz olan, Dağ turizmi ise Belen olarak kurgulanabilecek toplu, düzenli, planlı ve mutlaka yalapşap değil, bir mimari mantığı olan bir şekilde planlanabilir.

Uzun süredir düşünülmekte olan Tünel, tam da Kırıkhan’ın güney ucundan geçirilebilir. Bu tünel salt Gaziantep in İskenderuna kestirme bir yoldan bağlanması değil, ileride mutlaka sona erecek olan Suriye savaşı da dikkate alındığından, HALEP in de İskenderun a bağlanmasını sağlarsa; esasen tüm Basra körfezini İskenderun ve Ceyhan a bağlanmış olur ki, tünelin yeri bu nedenle Hassa değil, Kırıkhan olmalıdır.

Havaalanı taşınmalı ve Topboğazında bulunan ve ağacı dahi olmayıp, halihazırda bir taş ocağı madeni olarak işlev göre tepenin düzleştirilmesiyle oraya taşınmalı. Ya da böyle bir işlevsiz bir başka tepe bulunarak düzleştirildikten sonra oraya inşa edilmelidir havaalanı. Tıpkı karadenizdeki hava alanları gibi, burada da Amanoslara paralen uçuşlarla uçakların inebilmeleri için halihazırdaki havaalanından yüksek ve düzleştirilmiş tepe olması hesabiyle daha uygun yerlere yapılmalıdır. Amik gölünün bulunduğu yer temizlenip yeniden göllenmeye terk edilmesi en yararlı işlerden olur. Ova tamamen tarım alanı olmalı ve tarım da planlanmalıdır.

Hatay hem su hem rüzgar hem de güneş zengini bir kenttir. Belki bu konuda her üçüne de aynı anda sahip olan dünyanın en nadir kentlerinden biridir. Şu halde kent inşa edilirken bu üçü mutlaka temel parametre olarak dikkate alınmalı. Hatay’da bugüne kadar sorun; su var olmasına rağmen halkın suyunun olmaması, rüzgar ve güneş olmasına rağmen enerjinin problem olması ve bunun da maliyeti yüksek ancak petrol ve doğalgaz ile giderilmiş olmasıdır.

Deprem sonrası ortaya çıkan ve kentte kalan tüm yapılar dahil yıkılarak yıkıntı atıklarının nasıl bertaraf edileceği veya geri dönüştürüleceği de halkın katılımı ve bilgisi ve onayı olmadan devletin ilgili birimlerinin tek başına alacağı bir kararla yapılmamalıdır. Çünkü bu durum yüzyıllar boyunca orada yaşayacak insanların da sağlığı için şarttır. Bu konuda da bilim insanlarının çözüm ve önerileri dışında her çözüm peşinen dışlanmak zorundadır.

B- Yıkımın hesabının sorulması. Meclisin ikinci ve paralel yürüyen ikinci görevi bu olmalıdır. Devlet depremin sebebi değil ama sonuçlarının sebebidir. Bir bütün olarak sebebidir. Bütün içinde yerel yönetimler, merkezi idare olarak çevre ve şehircilik bakanlığı, ve sair vardır. Müteahhitlerin sorumluluğundan da bahsedilebilir. Çalışan inşaat işçilerin hatalarından dahi bahsedilebilir. Dünyanın hiçbir yerinde inşaat işlerinin tümü için, duvarcısı, sıvacısı, kalıpçısı, karocusu, demircisi gibi her bir branş için sertifikasız, eğitimsiz kimse bu işlerde çalıştırılmaz. Bunu öngörmeyen devlet salt bu nedenle dahi işçilerin ve müteahhitlerin kusurlarından da sorumludur. Konut yapımından kamusal bir sorumluluk kabul etmemek de bir sorumluluktur. Her şeyi kar üzerine kuran müteahhit ve yapı denetim şirketlerinin de kusuru devletin doğrudan kusuru ve sorumluluğudur.

İşte tüm bu nedenlerle yıkımın doğrudan ve asli kusuru devlete ait ise, buradan çıkarılması gereken en başta gelen ders; kentin halkın yukarıda bahsedildiği gibi kendisinin tasarladığı kenti inşa etmek devlete düşer. Bir yandan mimarlar kurulu tüm öneri ve projelerin uygulanabilirliğini araştırmalı, bir yandan da halkın her türlü talebi ve ihtiyacı dikkate alınmalıdır. Burada mülkiyet değil, kent sakini olmak temel kriter olmak zorundadır. Şu halde devletin vereceği ilk hesap, halkın tartışarak verdiği kent yapılaşma kararlarını maliyetini üstlenerek yapmak olacaktır.



Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

*