Corona virüs nedeniyle hayatın durma noktasına geldiği bir zamandan geçerken, sanki hiçbir şey yokmuş gibi, insanların borçlarından sorumlu olmaya devam etmeleri hukuken de mümkün değildir aslında. İnanılır gibi değil, devlet, sanki DSÖ nün ilan ettiği Pandemi, Borçlar Kanununda genel olarak düzenlenmiş ifa imkansızlığına dair mücbir sebep anlamına gelmiyormuş gibi, insanların tüm borçlarını, ama öncelikle devlete olan borçlarını ertelemiyor.
Ama yanı sıra tam da zenginlerin devleti olduğunu tereddütsüz ortaya koyarcasına işverenlerin devlete olan borçlarını erteledi.
Devletin burjuva sınıfının devleti olduğunu biliyorduk ama hukukta yer alan mücbir sebebi tüm insanlara uygulamadan biryandan açık ve net bir sınıf tavrı takınması bir yandan da insanların bu kadar zor durumlarından yararlanırcasına, insanlar can telaşındayken, patronların ihtiaçlarına göre ve insanların aleyhine tedbirlerini de açıklamak, burjuva devleti olmaktan öte, cinayete seyirci kalmak hatta cinayeti kolaylaştırıcı olmak anlamına gelir.
Evet Kanada, Fransa gibi devletler de Burjuva devletler. Fakat bu kadarını akıl mı edemediler yoksa. Virüsün yıkıcı etkilerini fırsata çevirmek yerine ülkemize göre daha diri bir muhalefetin olabileceği ihtimali dahi akıllarına böyle bir şeyi getirmeyi engel olmuş olabilir diye düşünüyorum.
T.C. Dahi diyemediğimiz, yerine belki Ş.C dememiz gereken ülkemizde ise insanların bu ölüm kalım savaşından işverenlere para transfer edilmeye çalışılıyor. Aman sermaye kârından olmasın!
Hukukta mücbir sebebin ortaya çıkması halinde tüm borç ilişkilerinde ifa imkansızlığının ortaya çıktığı genel bir hüküm olarak düzenlenmiştir. Yani insanlar faturalar da dahil, devlete olan vergi, sgk primi, banka kredileri gibi, kişilerin kişilere karşı olan borçları dahil, tüm borçlarını ödemekten kaçınabilecek hukuki bir düzenlemeden bahsedebiliriz.
Deprem meydana gelen yerlerde devletin ilk olarak yörede yaşayanların borçlarının ertelenmesi kararını hatırlarız hepimiz. Bunu devlet sanki bir lütufmuş gibi de sunar; bakın ben deprem nedeniyle insanların mağdur olmasının önüne geçiyorum der.
Oysa basit bir hukuksal zorunluluktur yaptığı; zaten mücbir sebep nedeniyle hiç kimse borçlarından sorumlu değildir ki! Şimdi bu durum yokmuş gibi, bir de insanlara iyilik ediliyormuş gibi borçların ertelenesini büyük bir gururla ifade ediyorlar.
Tam da virüs konusu da böyle bir şey.
Fakat borçlar kanununun ilgili maddesinin geniş bir yorumuyla şu sonuç dahi çıkarılabilir: böylesi günlerden geçerken, yaşamı idame ettirmek için insanların yaşamsal ihtiyaçları için kurdukları alım satım sözleşmelerinde bu ihtiyaçların karşılığı para ödemeleri de zorunlu olmaktan çıkmış kabul edilebilir.
Yani boşuna değildir; Fransa, Kanada, İngiltere gibi burjuva hukukun doğduğu ülkelerde özel hukukun en önemli dalı borçlar hukukun en temel ve genel ilkesi gereği, insanların tüm borçlarını ertelemeleri ve temel insani gereksinimlerini devletin sağlayacağını ilan etmeleri. Şu halde kitlelerin marketlere koşması ve bedelini ödemeden zorunluluk nedeniyle gıda gereksinimlerini karşılaması durumunda, bu fiillerin suç kabul edilememesi gerektiği gerekir. Parasının ödenme zorunluluğunun bulunmayacağı da borçlar kanunun mücbir sebep konusundaki hükümlerinden dolayı kolaylıkla düşünülebilir.
Ş.C.nin sadece sınıfsal niteliğini değil ama insanlıktan ne denli uzaklaştığının ve de insanlık önünde ciddi bir engel haline geldiğinin açık göstergesidir bu durum.
Ortaya konan insafsızlık ancak Osmanlı’da son zamanlarda vergileri ödeyemeyen köylülerin her şeylerine el koyma ile karşılaştırılabilir.
Devletin bir diğer pervasızlığı da çalışan işçi sınıfına reva gördüğü muameledir. Patronlar zarar görmesin diye bir yandan işçilerin zorunlu izinli sayılmaları konusunda karar almıyor, bir yandan da eve kapanın, aman virüsü kimseye bulaştırmayın diyor. Bir yandan evde kalın diyor, bir yandan da yine de çalışın diyor. İşveren eğer gerekli görürse sizi çalıştırmaz diyor. Çalıştırmazsa da siz ücrete hak kazanamazsınız diyor. Ama faturalar ödenecek, borçlar ödenecek, hatta birikmiş birazcık para da varsa bu parayı patronların çarklarının dönmesi için ekonomiye akıtılması lazım, ev satışlarına ayırın o parayı diyor. Okullar tatil, camiiler bile tepkiler üzerine toplu ibadetlere artık kapalı olmasına rağmen, avm ler kapatılmıyor. Çünkü tam bir sermaye borazanına dönüşen ve devletin tek temsilcisi olan Ş.C. nin dini imanı da paradır.
Bu nedenle doğal hukuktan kaynağını alan temel hukuksal düzenlemeler dahi akla gelmiyor.
Hasta insanları karantinaya alarak, tüm masraflarını üstlenmek yerine, herkesi kendi evinde karantinaya zorlarken, temel ihtiyaçlarını da görmezden geliyor.
Bir yandan bir takım özel yurtları da karantinaya aldığı kişileri koyduğu binalara çevirirken, özel hastanemeler konusunda yetki kullanmıyor, bu konudaki tüm tetkik ve tedavileri ücretsiz yapmıyor.
Bu süreçte en büyük sıkıntıyı sağlık çalışanlarını saymazsak işçiler veya çalışanlar yaşıyorlar.
Yastık altında biriktirdiği bir şey olmadığı olamadığı gibi, varsa bir şeylerini de Zenginlerin ekonomilerine sunmasını istediği gibi, devlet için insanların sıfır bir maliyet olmasını da arzu ediyor; hastalansa da hastaneye gelmesin. Çalışmadığında da ücret almasın. Borçlarını da ödesin, Ölecekse de benden uzakta, evinde ölsün diyor.
Bu nedenle asıl kurtulunması gereken virüs gözünü kar hırsı bürümüş, dini imanı para olan kapitalistler ve onun kurduğu sistemden başkası değildir.
Evlerimizde öleceğimize, evlerimiz bize birer mezara dönüşeceğine, çalışanlar için ücretli izin, çalışmayanlar için temel gelir ve herkes için parasız sağlık hizmeti şiarıyla sokakta ölmek daha iyidir.
Av. Ali Eşki