Home » GÜNÜN İÇİNDEN » Bir işçi sınıfı kitabı: “Bilişim Sektöründe İşçi ve Yönetici Portreleri” (Behram Baransel, Ceren Kitap yay. İstanbul: Ocak 2020).

Bir işçi sınıfı kitabı: “Bilişim Sektöründe İşçi ve Yönetici Portreleri” (Behram Baransel, Ceren Kitap yay. İstanbul: Ocak 2020).

Kitap, Türkiye’de farklı bir sektör olarak nisbeten yeni sayılabilecek, en fazla 20-25 yıllık bir geçmişi olan bilişim sektörüne yeni girip sektörde çetin zorluklar karşısında adım adım ilerlemeye çalışan bir işçinin, bir dizi bilişim şirketindeki (ve bir dizi şirketin bilişim bölümlerindeki) çalışma, işsizlik, işçileşme ve mücadele deneyimlerine; bilişim sektöründeki çeşitli işçi, yönetici ve şirketlerin canlı tasvir ve profillerine; sektördeki işçiler arası ve işçiler ile yönetici ve patronlar arası vahşi kapitalist üretim ilişkileri üzerine gözlem ve düşüncelere yer veriyor.

Bir yanda kapitalizm için stratejik önemi artan bilişim sermayesinin hızlı birikim ve gelişimini; diğer yanda işçi sınıfı için stratejik önemi artan bilişim işçilerinin yeni bir işçi sınıfı kesimi olarak değişen durumları, özdeneyimleri ve küçük küçük mücadele inisiyatifleri içinden oluşum sürecini, içinden anlatıyor.

Bir bütün olarak, bilişim sektörünün içindeki uzlaşmaz sınıf çelişkilerinin tarihsel gelişim sürecinin, çeşitli figürleri, portreleri ve vaka analizleri ile içinden, dinamik, zengin ve organik bir hücre kesitini sunuyor.

Kitap, Türkiye’de yeni işçi kesimleri üzerine yapılan akademik emek araştırmalarından ileriye doğru ayrışıyor. Akademik emek araştırmaları, işçileri daha ziyade dışsal inceleme nesnesi olarak ele alır. İşçilerle “yarı-yapılandırılmış söyleşiler”e, ve bol bol son moda küçük burjuva akademik jargon paralamaya dayalı “saha araştırmaları”, işçi sınıfının yeni kesimlerinin iç dinamiklerine nüfuz edemiyor. Beyaz yakalar ve bilişimciler üzerine alanın içinden olan solcular tarafından yazılmış birkaç kitap da var. Ama bunlar da beyaz yakalı işçileri ya sadece yaşam ve tüketim tarzlarıyla ya sadece gelir, konum, vasıf, özerklik düzey ve istemleriyle ya da kendilerini öznel algılama biçimleriyle ele almakla yetinip “küçük burjuva” olarak damgalayıp bu tarafa geçmeyi solculuğun şanından sanıyorlar. Aslında beyaz yakalıların genişleyen kesimlerinin yıkıcı proleterleşme süreçlerini ve hem buna karşı hem de bu işçileşmişlik durumu içinden direniş eğilimlerini görmezden gelmek, bu tür solcuların kendi küçük burjuvalıklarını gizlemesinin bir biçimidir. İster akademik ister geleneksel veya yeni-öznelci sol biçimleriyle olsun, bu tür yaklaşımların başlıca sorunu, tarihselliği, üretim ilişkilerini ve sınıf mücadelesini yok sayan bir kurgusallık.

Portreler; bilişim işçilerini/sektörünü dışardan inceleyen ya da bir takım hazır kalıp ve önyargılara uydurmaya kalkışan bir kitap değil. Bilişim işçiliğini; bilişim sektöründeki yıkıcı işçileşme süreçlerini hem “damardan” yaşayan hem de sektördeki sınıfsal durum ve ilişkilerin değişim ve gelişimini eleştirel inceleyen bir kitap. “Bir bilişim işçisinin günlüğü”, “Bir bilişim işçisinin deneyim aktarımları” boyutları var; ama kendiliğinden dar deneyimcilik ve gözlemciliğin ötesine geçmeyi başarıyor. Yaşadıklarının ve gözlemlediklerinin iç yüzüne nüfuz edebiliyor ve daha ileri sonuçlar çıkarabiliyor. Bazan sınıfsal sezgi ve özdeneyimleriyle, bazan Marx’ın Kapital’ini de birçok kez okumuş bir Marksist işçi olmaktan gelen birikimleriyle, asıl olarak da bu ikisini birleştirebilme çabası ve yeteneğiyle. Bilişim sektöründen çizdiği işçi, yönetici ve patron portrelerinde, her birinin belli karakteristik duygu, düşünce ve davranış biçimlerini, hem yer yer edebi çizgiler de içeren bir canlılıkla hem de ekonomi-politik, sosyolojik, psikolojik arka planıyla birlikte ele alması, somut tahlil yetisini güçlendiriyor.

Portreler’in, en büyük erdemlerinden biri, bilişim sektörünü üretim tabanından ele alması. “İş yerleri kapitalizmin yeraltısı gibi, (orada-bn) olup bitenler görünmüyor” diyor. Üretim süreci temelindeki derinleşen emek sömürü ve kontrolü, uzlaşmaz sınıf çelişkileri ve direniş dinamiklerinin somut gerçekleşme biçimlerine nüfuz etmeden yeni bir sınıf mücadelesi alanı kavranamazdı. Böylece dışarıdan yapay bir nezihlik ve sterillik kozmetiğiyle kamufle edilen beyaz yakaların çalışma alanlarında hergün yaşanan despotik sömürü ve kontrol biçimleri, ağır gerilim, keskin çelişkiler, ve irili ufaklı karşı koyma deneyimleri daha güçlü biçimde açığa çıkartılıyor. Bununla birlikte kitap salt tek tek bilişim işyerleri ve bölümlerindeki üretim/sömürü-tahakküm ve bunlara bireysel ve grupsal karşı koyma çabalarını ele almakla sınırlı kalmıyor. Gezi direnişi, BİÇDA (Bilişim Çalışanları Dayanışma Ağı) deneyimleri, beyaz yakalıların da en büyük kabuslarından biri haline gelmiş işsizlik ve iş arama/başvurusu deneyimleri, bilişim işçileri açısından kent, mekan, zaman, ulaşım, konut, sağlık, beslenme, ekoloji sorunları, aile sorunları gibi daha geniş bir toplumsal sorun, ihtiyaç ve mücadele çevrenini kapsıyor.

Bir diğer artısı, bilişim sektöründeki işçiler arasındaki cinsiyet, ulus, yaş’a dayalı ayrım ve bölünmeleri aşmaya dönük çabası. Kadın işçi ve yöneticiler, lgbti olduğu için işe alınmayan bir işçi, bir Kürt işçi, Suriyeli ve Kafkasya’dan göçmen işçiler, farklı ülkelerden (Rus, Fransız, Alman, İrlandalı, vd) işçiler, stajiyer işçi-öğrenciler, yeni mezun işçiler, sektörün zenginleşen işçi bileşimini oluşturan her biri özgül sorun ve dinamikleriyle birlikte portreler arasında yer alıyor. Baransel’in beyaz yakalar ve bilişim işçilerini diğer işçi kesimlerinden ayırmaması, gerek bilişim işyerlerinde çalışan çaycı, temizlikçi, bilgisayar onarımcısı gibi işçilere, gerek aynı şirket bünyesinde çalışan fabrika, klinik, çağrı merkezi, satış-pazarlama işçilerine de yer vermesi bir diğer artı. Bu işçi kesimlerinin bir çoğundan portreler kadar, bu farklı işçi kesimleri arasındaki ilişki biçimlerine (kadın ve erkek işçiler, Türkiyeli ve diğer ülkelerden göçmen işçiler, aynı şirketin farklı bölümlerinin işçileri, beyaz ve mavi yakalı işçiler arasındaki) dair gözlemler de, sınıfı çeşitliliği ve iç ilişki ve çelişkileri açısından kavramakta zenginleştirici oluyor.

Kritik bir nokta da, günümüz işçi sınıfının parça pinçikliği ve hele ki bilişim gibi sektörlerde halen güçlü birey merkezlilik eğilimine karşın, üretim ve emeğin toplumsallaşmasına ve bunda bilişim-iletişim teknolojileri ve sektörünün oynadığı role yapılan vurgular. Neoliberal kapitalizmde yalnızca üretim ve emeğin parçalanmasını görenler, bu parçalanma içinde tüm üretim, dolaşım ve hizmet süreçlerinin, tüm işyerlerinin, tüm emeklerin nasıl bir üst düzeyden birbirine bağlandığını görmüyorlar. Sanayisizleşmeyle işçi sınıfının gücünün kırılmasından bahsedenler, bilişim, iletişim, dolaşım, satış, hizmet tüm alanların nasıl sanayileştiğini görmüyorlar. İşçi sınıfının zayıfladığını söyleyenler toplumun nasıl büyük çoğunluğunu oluşturur hale geldiğini, toplumsal-bileşik üretken ve yaratıcı yetilerinin nasıl büyüdüğünü görmüyorlar. Baransel’in çizdiği portreler içinde belki de önemlisi, dev çaplı toplumsallaşmış-bileşik üretim ve emek kapasitesi, ve bunun kapitalist karcılık ile artan ölçüde bağdaşmazlaşması.

Peki bilişim işçilerinde halen küçük burjuva bilinç ve algı biçimleri baskın değil mi? Nesnel açıdan işçi olmak, bir çırpıda ve düz biçimde işçi sınıfı bilincine sahip olmak anlamına gelmiyor. Beyaz yakalı işçilerin bir çoğu, vasıfsız işçiler gibi işçi doğmuyorlar, sancılı ve bazan travmatik çalışma, işsizlik, vasıf statü ve özerklik kaybı deneyimleri içinde işçi oluyorlar. Vasıf, statü, özerklik, ayrıcalık takıntıları ne olursa olsun, sermayenin durmaksızın daralttığı eleklerden geçip bunlara ulaşmak için canını dişine takma, çoğunluğu için “daha fazla işçileşmek”ten başka bir sonuç vermiyor. 6-10 yıllık orta veya orta-ileri düzeyde (senior) bilişim işçisinin ücreti 10-15 yıl önce asgari ücretin en az 4 katıyken bugün en fazla 2-2.5 katı. Asgari ücret civarında çalışan yarı-zamanlı gig tarzı (görsel yapma, içerik girme, vd) bilişim işçilerinin sayısı da giderek artıyor. Bilişim işçileri eskiden pek ücretleri sorun etmeyip daha ziyade konum, özerklik, kendini geliştirme gibi konulara odaklanırdı. Bugün hem ücretlerin düşüklüğüne tepki vermeye başlıyor hem de işlerin artan standartlaşmasıyla özerklik, vasıf ve kendini geliştirme olanaklarından eser kalmıyor. Kaldı ki, sanılanın aksine, bilişim (sektörde şık olsun diye “outsource” denilen) taşeronluğun en yaygın olduğu sektörlerden biri. Yalnızca çalıştıkları bilişim şirketi patronları tarafından değil, tüm bilişim projelerini bu şirketlere yaptıran daha büyük tekelci oligarşik kapitalistler, uluslar arası tekeller tarafından da sömürülüyorlar. Projeler fiyat kırılarak verilirken, taşeron bilişim şirketlerinin de daha hızlı sermaye birikimi yapması daha ucuza, daha çok, daha hızlı ve daha nitelikli bilişim emeği organizasyonuna bağlı oluyor.

Bugün bilişim işçilerinin genişleyen bir kesimi, çoğu bunu pek kabullenmek istemese de işçi olduklarının artan ölçüde farkında. İşçilikten kaçma, işçileşmeye direnme ve işçi olarak mücadele arayışları arasında gidip geliyorlar. Bu eğilim ve arayışların sunduğu zemin, ama kendiliğindenliğin sınırları ile birlikte, bu alanda da artık “çalışanlar” olarak değil işçiler olarak, işçi sınıfının ve sınıf mücadelesinin bileşeni olarak, progandif, eğitsel, deneysel, paylaşımsal, kolektif, her düzeyde öncü sınıf bilinçli çalışmaların yapılmasının önemi yakıcılaşıyor.

“Bilişim sektöründen işçi ve yönetici portreleri”nin bu çerçevede gündemleşmesi, incelenmesi ve tartışılması, daha fazlasının yapılabilmesi için bir esin kaynağı olacaktır.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

*