Home » GÜNDEM » Ali’yi uğurlarken…

Ali’yi uğurlarken…

Ağır bir başlangıç olacak belki: Ölüm bizi insanlaştırıyor.

Ama bu kapitalist sistem koşullarında, sevdiklerimizin, birlikte ve uğruna mücadele ettiklerimizin, yaşamımızda ve mücadelemizde emeği ve katkısı olanların ölümleri için geçerli. Sarsıyor, unuttuklarını hatırlatıyor, kendinle ve yapamadıklarınla yüzleşmeye zorluyor. Bizi birbirimize daha fazla yakınlaştırıyor, tüm potansiyel güçlerimizi yeniden harekete geçirmeye, yaşamı ve onun bir parçası olan ölümü yeniden ve daha derin anlamlandırmaya ve değiştirmeye zorluyor. Tüm bunlar için sevdiklerimizin ölmesinin gerekmediği bir toplum özlemini ve bunun için savaşımı daha bir yakıcılaştırıyor.

Kapitalizm ve kanser

Ali’yi ince hücreli akciğer kanserinden yitirdik. Hastalık, sol omuzunda süreklileşen ağrı ve sol kolunda güç kaybı ile hastaneye gitmesiyle tespit edilebildiğinde epey ilerlemişti. Hekimleri, hastalığın 3. yılında Ali’de denge ve hafıza kayıpları başlağında, ilk başta 1 yıldan fazla yaşamayacağını düşündüklerini söylemişlerdi. Uzman hekimlerinin çabası ve Türkiye’nin teknolojik olarak en gelişmiş özel bir hastane zincirinin olanaklarından yer yer parasız yararlanma olanağı sunması, Ali’nin yaşama ve mücadeleye tutkuyla sarılışı ve son dönemlerine kadar devrimci üretkenliğini sürdürmesi ve yoldaşlarının onu yaşamda tutmak için seferber olması ve dayanışmasıyla, Ali 3.5 yıl yaşadı.

Hastalık daha erken teşhis edilebilseydi ve daha gelişkin tedavi olanaklarından daha fazla yararlanma olanağı olsaydı, daha fazlası da mümkün olabilecekti.

Kanser, 2000’li yıllarda dünya çapında 1. ölüm nedeni olmaya doğru görülmemiş bir patlama ve yaygınlaşma sürecindeyken Dünya Sağlık Örgütü dünya çapında ve Türkiye’de her il, bölge ve hatta semtlere kadar kanser erken uyarı ve teşhis merkezleri kurulması doğrultusunda yönergeler yayınlamıştı. Türkiye’de de DSÖ yönergeleri doğrultusunda, bir dönem kanser erken uyarı ve teşhis merkezlerinin kurulmasına dönük bazı adımlar atılmakla birlikte bunlar sonradan kaldırıldı veya işlevsizleştirildi.

Çünkü kanser tedavisi “çok maliyetli”ydi ve kapitalizmin zaten durmaksızın budadığı ve içini boşalttığı sağlık ve sosyal güvenlik sistemi üzerinde “aşırı yük” olarak görülüyordu.

Türkiye’de kapitalist devlet ve Sağlık Bakanlığı, bununla da kalmadı, 2017’den itibaren Türkiye’de patlama üzerine patlama yapan kanser vakası ve kanserden ölüm istatistiklerini yayınlamayı durdurdu. Bu istatikler yayınlanmaya devam etseydi, kanser vakalarının, toplumsal krizi derinleştiren Koronavirüs Pandemisinden 20 kata yakın daha yüksek, kanserden ölüm oranlarının ise Koronavirüs’e göre çok çok daha yüksek olduğunu görecektik.

Kapitalist sistemin her tarafından kanser akıyor. En başta şiddetlenen ve despotikleşen çalışma, yaşam, yönetilme koşullarından ve güvencesizlikten kaynaklanan aşırı stresten, çoğu kanserojen gıda katkı maddelerinden, baz istasyonlarından, radyoaktiviteyi artıran betonlaşma ve iklimsel ısınmadan, hava-su-çevre kirliliğinden, her tarafından. Ama kanserin ekonomik, toplumsal, siyasal nedenleri ve istatistikleri, Pandemininkinden bile daha büyük bir kapitalist “devlet sırrı”.

Kamusal emek fonlarına ne olduğu “devlet sırrı”, işsizlik, sağlık ve sosyal güvenlik fonlarının nasıl kullanıldığı “devlet sırrı”, gerçek Pandemi verileri ve ölümleri “devlet sırrı”, kanser vakaları ve ölümleri “devlet sırrı”, bu sistemin emeğimiz ve yaşamlarımız ötesinde bedenlerimize ne yaptığı “devlet sırrı”.

Sağlık ve yaşam savaşımı, sınıf savaşımının bir biçimidir

Ali ve çevresindeki işçi dayanışma halkaları, 3.5 yıl içinde giderek büyüdü. Yoldaşları, büyük emeğinin geçtiği, bir çoğuyla ortak devrimci sendikal ve siyasal sınıf çalışmaları, bir çocuğuyla proleter devrimci tiyatro ve sanat çalışmaları yaptığı işçiler ve dostları Ali’nin tedavisi ve yaşamda tutulması için büyük bir dayanışma sergiledi ve savaşım verdi.

Ağızdan beslenemez hale gelen ve solunum sorunu yaşayan yatalak hastalar için özel palyetif bakım merkezleri, aylık 100 bin lira istiyordu. Son haftasında bir serum taktırmak için başvurulan evde bakım merkezinden gelen hekimler “yetkimiz yok” deyip gittiler. Aile Hekimliği yine “yetkimiz yok” dedi ve eve gelmeyi bile reddetti. Özel hastane sadece evde serum takmak için 700 lira istedi. Hastaneye kaldırıldı, sadece burundan ve idrar için sondajlar bağlayıp, hayati riski devam ettiği halde, 2 gün sonra taburcu ettiler. 3 gün sonra solunum yetmezliğiyle tekrar hastaneye kaldırıldı, bu kez Okmeydanı hastanesindeki hekimler, kalp ve diğer organ yetmezliği başlamış, hayatı riski devam eden bir hastayı nasıl taburcu etmişler diye önceki hastaneye söylendiler.

Her şeye karşın sağlık emekçilerine sözümüz yok. Ali’nin hastalığı boyunca başta Çapa’daki hekimleri ve en son Okmeydanı’nda onu kurtarmaya çalışan hekimleri olmak üzere, bir çoğu ellerinden geleni fazlasıyla yaptılar. Ama özellikle Pandemi sürecinde artık neredeyse tamamen tükenmiş durumdaydılar. Daha kötüsü de, korkunç bir kapitalist bürokrasi mekanizması altında onları bir çok durumda bildikleri ve yapabileceklerini bile yapmaktan alıkoyan, her iki sözlerinden birinin “yetkimiz yok” olduğu bir kapan içindeydiler.

Ali’nin takibini yapan ilk uzman hekimi, ve Ali’nin çevresinde yoldaşlarından ve işçilerden oluşan dayanışma halkaları, kimi zaman kapitalist devletin, sağlık bakanlığının ve SGK’nın küflü bürokrasisinde gedikler açabilmek, kimi zaman daha gelişkin donanımlı bir özel hastanede tetkiklerinin ve terapilerinin parasız yapılmasını sağlayabilmek, kimi zaman özeline ve piyasasına maddi gücümüz yetmediği bir tedavi yöntemine veya kanser ilacına erişim için, kimi zaman Türkiye’de bulunmayan veya Pandemi sürecinde bulunamaz hale gelen kanser ilaçlarına erişim için, yatalak olduğu ve ağızdan beslenemez hale geldiği son dönemlerinde Palyetif bakım merkezine yatırılabilmesi için, o mümkün olmayınca Sağlık Bakanlığı ve SGK’nın sadece evde bakım hizmetlerinden yararlanabilmesi için, kimi zaman hava yastıklı ve hareketli bir yatak bulunması, kimi zaman sadece evde bir serum takılabilmesi ve bir iğne olabilmesi, ağızdan beslenemez ve su alamaz hale geldiğinde burundan sondajla beslenebilmesi, ve artık ömrünün son zamanlarını olabildiğince acısız geçirmesi için… kapitalistleşmiş sağlık sistemi ve bürokrasisi ile her seferinde, hastalığının ağırlaşan her aşamasında, günler, haftalar, bazan aylar süren mücadeleler verildi.

Ali’nin çevresinde örülen bu dayanışma halkaları, işçi sınıfı dayanışmasının bir biçimiydi. Ali’yi yaşatmak için verilen bu savaşım sınıf savaşımının bir biçimiydi.

Ali’nin büyük emeğinin geçtiği işçi yoldaşlarından ve dostlarından kimisi Sağlık Bakanlığı ve SGK’nın kafkaesk bürokrasi labirentlerinden bir yol açabilmek için aylar, yıllar süren mücadeleler verdi; kimisi onun ölüm döşeğine kadar proleter devrimci çalışmalarını sürdürebilmesi için destek oldu; kimisi -yurt dışındaki ve içindeki bir çok işçi yoldaşı- kendi kıt yaşamlarından kesip- para topladı; kimisi işinden izin ve rapor alıp hastane koridorlarında Ali’yi yalnız bırakmadı; kimisi evde bakım işlerine omuz verdi; çok sayıda işçi yoldaşının ve dostunun her biri Ali’yi yaşamda tutmak ve sonra bir gün fazla yaşatabilmek için kendi ve kolektif olanakları sonuna kadar zorlayarak, yaratıcılık ve insiyatifle yapabilecekleri her şeyi yaptı.

Ali’nin kendi yaşam ve mücadele tutkusunun yanısıra çervesindeki bu kolektif işçi bilinci, dayanışması ve mücadelesi olmasaydı, tıb kendisine 1 yıl ömür biçmişken, 3.5 yıl yaşaması, bunun 3 yılında sosyalist proleter devrimci yaratıcılığı ve katkılarını sürdürmeye devam etmesi, pek mümkün olamazdı.

Ali’yi yitirdik; ama o bize ağır kanser hastası olduğu dönemde yaşam ve mücadele tutkusunu, daha gelişkin bir kolektif işçi bilinci, dayanışması ve savaşımını, işçi sınıfının gelecek mücadeleleri içinden yeniden doğmayı öğretti.

İşçi sınıfı, hele ki sınıf bilinçli ve mücadeleci işçiler unutmaz! Kendilerini vahşice sömürenleri, öldürenleri, ezenleri, hiçleştirenleri unutmadığı gibi, kendi sınıf bilinç ve mücadelelerine emek verenleri, katkı sağlayanları da asla unutmaz, sahiplenir. Ali özgülünde bunu bir kez daha gördük. Yaşamı boyunca bağımsız sınıf mücadelesini, Marksizmi, komünist ufku, devrimci yaratıcılığı öğrettiği ve öğrendiği, işçilerin özgüvenlerini ve inisiyatiflerini artırarak, aktif kolektif katılım ve katkılarını sağlayarak birlikte pek çok sendikal, siyasal, estetik-sanatsal, kültürel proleter devrimci ürün ürettiği ve çalışma yaptığı işçi yoldaşları ve dostları yanındaydılar. Ali’yi yalnızca anılarında yaşatmakla kalmayacaklar, o geniş ufku, sabırlı ve derin emek örgüleri ve katkılarıyla, içlerinde, geleceğe ve yeni işçi kuşaklarına taşımaya devam edecekler.

İşyerlerinde ve yaşamın her alanında, kara ve despotizme dayalı bu cinai sisteme karşı proleter devrimci emeği, bilgiyi, yaratıcılığı, yaşamı, umutlarımızı, tutkulu ufkumuzu savunabilmek ve bu sistemi yıkasıya büyütebilmek için – ama bazan sevdiklerinizi birgün bile daha fazla yaşatabilmek için bile- daha büyük proleter dayanışma ve savaşım halkalarıyla yürümek zorundayız. Yaşamın her halkasındaki, her hücresindeki savaşımlar, bu evrensel sınıf savaşımının bir parçası haline ancak böyle gelebilir.

Ali’yi anlatmaya çalışmak…

Ali’nin komünist devrimci yaşamını, emeğini ve kolektife ve işçi sınıfının savaşımına katkılarını bir yazı zarfında anlatmak zor. Burada çok yetersiz kalacağını bilerek, onun öne çıkan devrimci karakteristik niteliklerini bir kaç halkada toplamaya çalışacağız.

Ali, Marksist komünizmin en kilit halkalarından olan, ama ne yazık ki son dönemlerin sol, devrimci ve sosyalist hareketlerin en büyük bilisizlik ve yeteneksizliği sergilediği; devrimci teori ile devrimci pratik arasındaki bütünlüğü ve birliği sağlamada çok nadir görülen bir yeteneğe sahipti. Devrimci teori ile devrimci sınıf pratiği arasındaki “geleneksel uçurum”u dolduran, her ikisini de yeni açılımları, sorunları ve ihtiyaçlarıyla bilmeyi, özümsemeyi ve birlikte düşünmeyi, her ikisinin de hazır kalıplarını kırmayı gerektiren, her ikisi arasındaki devrimci-diyalektik ve yaşamsal geri besleme döngüsünü sağlayan bir içsel bağlantı halkası gibiydi.

En ileri, en gelişkin teorik-siyasal açılımlar, bunu bütünleyen ve somutlayan kadro ve eğitim politikaları, pratikte de kendi içinden yeni bir bakış açısı ve yeni yöntem ve araçlar olmadan, hayata geçmez, havada kalır. Diğer taraftan pratikte yeni deneyim ve dinamiklerin sürekli incelenmesi ve araştırılması olmadan, teorik-siyasal açılımlar da süreklileştirilemez, sorun ve hataları düzeltilmez ve teori-politikalar çok geçmeden yeni durum ve koşullara yanıt veremez hale gelir. Bu yüzden, özellikle tarihsel dönemeç noktalarında, toplumsal işbölümü çerçevesinde aralarındaki makas açılan, birbirine yabancılaşma ve kutuplaşma eğilimi gösteren teori ile pratik arasında her ikisine de asgari düzeyde hakim olmakla kalmayan, her ikisini birbiriyle iç bağıntıları içinden birlikte düşünerek ve bütünleyerek ele alabilen organik bağlantı yetisi yaşamsaldır. Ali bu yetiye sahipti.

Teorik ve siyasal olarak yazılıp çizilen her şeyi, özellikle de yeni açılım içerenleri derinlemesine incelerdi. Kendi başına ayrıca o konu ve doğrultuda daha geniş araştırma ve incelemeler yapar, boşlukları varsa doldurmaya çalışırdı. Sonra o konuda/doğrultuda hem yazınsal hem yaşamın ve işçilerin içinden en geniş malzemeyi, öz deneyimleri, düşünce ve duyguları toplar, bunları adım adım ayıklayıp daha sistematik hale getiren bir arşiv oluştururdu.

Sonra bu perspektif ve politikanın hayata geçirilebilmesi için, mevcut sınırlı örgütsel-pratik anlayışta, ölçütlerde, yargılarda, ilişkilerde, düşünce ve eylem tarzında, yöntem ve araçlarda nelerin nasıl geliştirilmesi ve gerekiyorsa değiştirilmesi üzerine kafa yormaya başlardı.

Sonra adım adım işçi yoldaşları, ulaşabildiği işçileri aktif olarak katarak, dönüştürerek ve kendisini de dönüştürerek, o perspektif veya politikayı, daha somuttan, yaşamın içinden, pratiğin dil ve ihtiyaçlarından, ama mutlaka işçilerin duygu, düşünce, emek ve katkılarıyla birlikte örmeye, daha somut ve pratik kolektif faaliyet örüntüsü haline getirmeye başlardı.

Programatik ve stratejik faaliyet ufku

Burada Ali’nin bir başka niteliğini daha görürüz. Bir kez ortak amacı netleştirdikten sonra, büyük bir sabır, ama kesinkes planlı çalışma ve stratejik düşünmeyle o doğrultuda kararlı biçimde yol alma. Hazır bir yol yoksa da, sıfırdan başlanırken bile bütünü ve daha büyük hedefleri gözeterek adım adım bir yol açma.

Stratejik perspektiflere sahip olmak ve stratejik bir iç örüntü çerçevesinde dinamik-birbirine geçişli taktik gelişime dayalı faaliyet planları, ara halkalandırmalar yapmak. Bir yoldan sonuca gidilemiyorsa başka yol ve yöntemler denemek. Yoksa yeni yöntem ve araçlar yaratmak. O da olmuyorsa oyunu gerekiyorsa sıfırdan yeniden kurmak. Atılacak her adımın ön olanaklarını yaratmak ve nereye bağlanacağını tasarlamak, her halkayı öncesi ve sonrası ve başka yardımcı halkalarla bağıntısı içinde düşünmek.

Strateji, tasarım, taktik hareket planları: Bunlar günümüz sol ve devrimci iddialı hareketlerin çoktan bordodan attıkları şeyler. Mücadele gündelik gelişmelere gündelik tepkiler vermeye indirgenmiş durumda. Her şeyin daha dinamik ve stratejik hale geldiği koşullarda, gündelik ve çoğunlukla hazır kalıp tepkilerle artık yerinde saymak bile mümkün değil. Günümüzde tarihsiz, öncesiz ve sonrasız, bağlantısız ve tutarsız “an”lar toplamına indirgenmiş bir düşünce ve hareket tarzı, siyasal mücadeleyi daha da yüzeyselleştiriyor ve kısırlaştırıyor.

Ali stratejik ve planlı hareket doğrultusunda, günümüz solunda nadir görünen bir yeti ve ısrara sahipti. Ne tür bir çalışmaya yönelecek olursa olsun, ister ilk kez girilecek bir işçi alanı, ister bir alan ve konuda yaşanan tıkanmanın aşılması, ister işçilerle birlikte yapılacak bir tiyatro çalışması, alanın, konunun, somut durumun, nereden başlanıp nereye doğru nasıl gidilebileceğinin stratejik bir perspektifini çıkarmadan, iç ve dış engellerin ne olduğunu ve bunların aşmak için neyi nasıl değiştirmek gerektiğini incelemeden, bunun için olabildiğince geniş enformasyon toplayıp bilgiye dönüştürmeden, bir dizi iç ve dış bağlantı kurmadan, işe girişmezdi.

Gireşeceği ne tür bir devrimci çalışma olursa olsun, hele ki günümüzdeki tarihsel dönüşüm sürecinde, hazır kalıplar üzerinden gitmenin, akla ilk geleni yapmanın, topun gelişine vurmanın, “Türk gibi” başlamanın (ve sonra olmuyor diye bırakmanın) bir sonuç vermeyeceğini en iyi bilenlerdendi. Bir satranç ustası gibi tasarladığı her hamleyi sonraki 3-4 hamleyle, ve satranç tahtasının bütünündeki taşların iç bağlantıları ve bütünsel hareketine bağlantılı olarak düşünürdü.

Bu yüzden başlattığı veya yer aldığı çalışmalarda, yalnızca ilk elde görülebileni gören ve ilk akla geleni yapmak isteyenlerle sık sık gerilim yaşadığı olurdu. Neden ilk elde akla gelen (ve hiç bir sonuç vermediği halde aynı şekilde yapılmaya devam edilen) yoldan değil de farklı bir yoldan gidilmesi gerektiğini öncesi ve sonrası ve bütünsel bağlantıları ile birlikte bizim anlayabileceğimiz tarzda “tane tane” anlattığında, bu kadar “basit şeyleri” biz niye düşünemedik ki, diye ağzımız açık kalırdı. Ama strateji kurmayı ve planlı hareketi umursamayıp eskisi gibi yapmakta ısrarını sürdürenlere karşı da üstenci bir tutum almaz, sabırla öyle olmayacağını kendi özdeneyimleriyle görmelerini bekler, “ben dediydimci”liğe asla kalkışmazdı. Her çalışmasında daha büyük hedeflerle mevcut durum arasında ara geçiş halkalarından örüntüler kurmaya çalıştığı gibi, işçilerin mevcut bilinç durumuyla yaptıklarıyla bir dizi ön hazırlık ve çalışmayla birlikte yapabilir hale gelebilecekleri arasında da köprüler kurmaya çalışırdı.

Çalışmalarında ve yapıtlarında, güncel durum ve bilincin üstünden atlamadan, ama tam da bunların iç çelişkilerini açığa çıkararak ve derinleştirerek, ele aldığı konu, sorun, olay ne olursa olsun, sloganik ve dışsal olmayan biçimde, adeta doğallığında, somut-güncel ve zenginleştirilmiş bir sosyalizm/devrim tutkusuna bağlama konusundaki özgül yetisi de, bunlara bağlıdır.

Sayısız tasarım ve plan yapıp duran ama harekete geçmeyen, faaliyeti olmayan ya da pratiği küçümseyen aydınlardan değildi. Tam tersine, en soyut görünen teorik-siyasal perspektifleri bile somutlama, işçilerin yaşam ve mücadelesi içinden somut-pratik olarak yeniden üretme ve işçiler tarafından uygulanabilir hale getirme gibi nadir bir yetiye sahipti.

“Esas olan işçi sınıfının gelişen ihtiyaçlarını, yetenek ve becerilerini ortaya çıkarmaktır”

Yoldaşlarıyla ve işçilerle birlikte yürüttüğü her çalışmada, belli bir hedefin gerçekleştirilmesi kadar, o çalışmaya katılanların gelişmesini ve daha ileri çalışmalar da yürütebilir hale gelmesini özellikle gözetir ve en temel başarı ölçütlerinden biri haline getirirdi. Her çalışmaya başlarken “biz bu çalışmadan ne bekliyoruz, nasıl yapacağız, şöyle şöyle yaparsak hangi yeni olanaklar doğacak, şunları gerçekleştirirsek biz/sınıf mücadelesi bundan ne kazanacak….” ve çalışmanın her evresinden sonra, “biz bu çalışmadan yeni neler öğrendik, bu öğrendiklerimizle birlikte bundan sonra neleri nasıl daha farklı yapacağız” soruları meşhurdur. Bu soruları ve işçi yoldaşlarıyla bu forum tarzı söyleşileri, neyin neden nasıl kimlerle yapılacağını kafalarda daha somut hale getirmek ve moral motivasyonu artırmakla kalmaz, aynı zamanda devrimci faaliyeti “işlerin yapılması” olmaktan çıkartıp işçilerin özneleşmesi ve geliştirilmesi haline getirirdi.

Bir işçi alanındaki geleneksel sendikalist anlayışı değiştirme mücadelesinde kaleme aldığı “Dönemsel Program Taslağı”ndan:

“Program ekseni: Sermayenin sömürüsüne ve devletinin boyunduruğuna karşı mücadele ile, gelişen ihtiyaçlarımızın, yetenek ve becerilerimizin çok yönlü kanallardan etki ifade edilmesinin birliği, bütünlüğü.

Farklılaşan ne: Şimdiye dek ortaya konan sendikal programların en ilerisi, en gelişmişi dahi, yukarıda ifade edilenin sadece birinci yönüyle, sömürü ve boyunduruğa karşı mücadele ile sınırlı kaldı.

Oysa esas olan, işçi sınıfının gelişen ihtiyaçlarını, yetenek ve becerilerini ortaya koymaktır.

Birinci yön, ne denli gelişkin olursa olsun, ufku “düzeltilmiş kapitalizm” ile sınırlıdır. Daha az sömüren, daha az ezen, sömürülen artı değeri çok adaletli biçimde dağıtan, daha demokratik bir kapitalizm. Öldüren kapitalizme karşı öldürmeyen, kreşsiz kapitalizme karşı kreşli, tazminatsız işten atan kapitalizme karşı tazminatını vererek işten atan kapitalizm, Kürt ulusunu tanımayan kapitalizme karşı tanıyan kapitalizm, tecavüz eden kapitalizm yerine etmeyen kapitalizm, az ücret yerine çok ücret veren kapitalizm, döven kapitalizm yerine dövmeyen kapitalizm, biber gazlı kapitalizm yerine biber gazsız kapitalizm vb. Kısacası şunu demiş oluyoruz: Beni sömür ama öldürme, benir sömür ama dövme, sövme; beni sömür ama işten atma, beni sömür ama tanı, beni sömür ama gazlama,… Hepsinin toplamı olarak: Beni sömür ama…

İkinci yön ise, gelişen ihtiyaçlarımız, yeteneklerimiz, becerilerimiz ise, ne yapılırsa yapılsın, kapitalist üretim ve egemenlik ilişkileri içine sığmıyor, sığmaz; bu ilişkileri dışlar! Yaşanan tüm krizlerin temel nedenidir. (…)

Geleneksel sendikal çalışmalarda, sınıf mücadelesi lafzen ve lütfen yer alsa da, program, çalışma planları, (mevcut-bn) ilişkiler, savaşımı dışlar. Mücadele asla istenmeyen, ancak zorunlu olduğunda (işçiler işçi olarak dahi artık yaşayamaz olduğunda), o da geçici olarak başvurulan bir yol olarak konulur (“iş barışı”). Bu anlayışın arka planında, kapitalist sömürü ve ezme ilişkilerini meşru, mutlak ve doğal gören (kendiliğinden-bn) işçi bilinci var. Kapitalizmin özünü oluşturan değer ve artı-değer yasalarının egemenliğindeki, zaten kendisi de meta olan, “şey” olan işçinin bilinç ve mücadelesi, nicelikle sınırlıdır: Daha az/çok “çalışmak”, daha az/çok ücret, daha az/çok yıpranmak, daha az/çok dokunmatik telefon, daha az/çok yemek, daha az/çok uyku, daha az/çok sevgili vb. Tüm bunlar, kapitalizmin daha çok artı değer sömürme ilişkisinin bileşenleri, ürünleri, sonuçlarıdır.

Biz program anlayışımızı, daha en baştan savaş ve nitelik üzerine kurmaya yönelmek zorundayız. Savaşı, var olan halimizi korumak için değil, kazanmak ve var olan işçi olan halimizi oluşturan tüm ilişkileri değiştirmek olarak ortaya koymak zorundayız. Niteliği de sadece değer yasasının (değişim değeri) karşıtı olarak kullanım değeri, toplumsal yararlılık olarak değil; aynı zamanda, var olan sermaye toplumunun yanında ecüş becüş bir hilkat garibesi olarak kalacağı, yeni toplumsal ilişkiler olarak koymak zorundayız. (…)

Bu acılara, bu katlanmaya, bu uyuşmaya tahammül edilemez! Bu acılarla, katlanmayla, uyuşturmayla kendi yaşamında doğrudan yüzleşmeyen; canından çok sevdiklerinin bu acılarını, katlanma ve uyuşmuşluklarını açığa çıkarmak yerine duyarsızlaşan ve onları da duyarsızlaştırmaya çalışan; sınıf kardeşleriyle ilişkilerinde bu acıları, katlanmayı, uyuşmayı tutuşturmak yerine meşrulaştırıcı, doğallaştırıcı rol oynayan, anlık mızırdanmanın ötesine geçmeyen herkes, dayatılan sömürü ve egemenlik, ezme ilişkilerinin yeniden üreticisidir. Sadece sınıfımıza, bizlere değil, asıl olarak kendine işkence edendir; kendi kendinin düşmanı, kendi kendinin ezicisi, kendisinin yok edicisidir. (…)” (Vurgular Ali Filizler’e ait. Bir kamu emekçileri sendika şubesinin program genel kuruluna hazırlık için, delege olan ilişkiler ağına dağıtılan ve işçilerle birlikte tartışılan metin. 2010’lu yılların ortalarında kaleme alınmış.)

Görünmez emek

Ali, Türkiye’de sol ve Marksist-sosyalist iddialı aydınlar ortalamasının çok üzerinde bir ufka, birikime, ve yaratıcılığa sahipti. Bu gönül gözüyle söylenmiş bir şey değil, onu tanıyan, onunla birlikte çalışan hemen herkesin – işçi, aydın, genç- katılacağı ve zaten dile getirdiği bir tespittir. Ama küçük burjuva sol aydınlardan daha büyük bir farkı, hiç bir zaman kendini öne çıkarmaması, küçük burjuva aydın tarzı böbürlenmecilik, karierizm ve rekabetçilikten nefret etmesiydi. Kendisinin en büyük düşünsel ve pratik yaratıcı katkı ve açılımları yaptığı zamanlar bile, bir kez dahi “bunun ben yaptım” demedi, “bennn” demeyi hep zul saydı. Her zaman işçileri öne çıkardı, onlara özgüven aşılamaya, kendi sınıf ve geleceklerinin öznesi ve yaratıcısı kılmaya öncelik verdi.

Mücadeleye emeği ve katkıları en “ben-ben”cilerin toplamından fazla olmakla birlikte, her zaman mücadelenin “görünmez neferi” olmayı tercih etti. Bir işçinin ileriye doğru attığı bir adım, bir işçinin daha önce yapılamaz sandığı bir şeyi yapabilir hale gelmesi, bir işçinin mücadelede yeni bir şeyler öğrenip yapması, bunların arka planında o olduğu halde, kendisine yapılacak bir övgüden milyon kez daha mutlu ederdi onu. Çalışmalarının, devrimci sanat yapıtları dahil, devasa ve uzun soluklu birikim ve titiz emeğine karşın, salt kendi kişisel ürünü olmadığı, toplumsal-birleşik emeğin ve mücadelenin ürünleri olduğunun bilincinde olan nadir ve gerçek Marksist aydınlardan biriydi.

Yalnızca hastalığından önceki bir kaç yıl içinde, hiç bir tiyatro deneyimi olmayan işçilerle 2 büyük işçi tiyatrosu bir çocuk tiyatrosu hazırladı, çok sayıda sanatsal işçi etkinliğinin tasarım ve çalışmalarına katkıda bulundu, her birinde aylar süren çalışmalarla, işçilerin de giderek artan özgüveni ve inisiyatifleriyle amatör işçi tiyatrocularının işçi seyircilerin de katılımıyla sergilenmesini sağladı. Bu çalışmalarının her birinde ortaya konan proleter sanat ürünlerinin niteliği kadar, hazırlık ve proleter üretim ve yeniden üretim sürecinde işçilerin çok yönlü katılım ve katkılarına, gelişim ve özneleşmesine önem verirdi.

Kapitalizme karşı derin ve bütünsel sınıf nefreti

Kapitalist sistemden, kelimenin tam anlamıyla bir bütün olarak nefret ediyordu. Yalnızca en görünür ve en korkunç sonuçlarından değil, asıl insanlar arasındaki her günkü üretim, yeniden üretim ve yönetim ilişkilerindeki, hatta sol ve devrimci iddiasındaki insan ilişkilerine de fazlasıyla sızmış kapitalizmden nefret ediyordu. Ve yalnızca düşünsel olarak da değil, duygusal ve davranışsal olarak da nefret ediyordu. Emek gücünün, bedenlerin, yaşamın metalaştırılmasından, insanların gündelik ilişkilerinde kendilerini ve birbirini metalaştırılmasından, tüm toplumsal ilişkilerin metalar, sermaye, devlet ve işbölümü ile dolayımlanıp engellenmesinden, reklamlardan, rekabetçilikten, bencilikten, nefret ediyordu. Küçük burjuva sol aydınlarda görülen sadece söylemsel ve dile, bazı kelimelere müdahale tarzında ahlaki veya “karşı-hegemonya” filan denilen tarzın çok ötesinde, kökleri Marksist bilimsel-devrimci teoride ve işçi sınıfının yaşamın her alanındaki acılarında ve mücadelesinde olan, bir nefretti bu.

Yaratıcılık ve yenilikçilik

Mücadelenin her alanında (teori, siyaset, örgütlenme, pratik), işçi sınıfı mücadelelerinde ve politik sanatta, içerik ve biçimde, yöntem ve araçlarda daha gelişkin olanaklar sunan yaratıcılığa ve yenilikçiliğe tutkundu. Çünkü devrimci diyalektiğe tutkundu.

En büyük heyecanı, sınıf mücadelesinin her alanında ve politik sanatta yeni açılımlardan duyardı. Özellikle de farklı disiplinleri tutarlı bir birlik içinde kaynaştıran yeni açılımlara. Çeşitli dönemlerde yapmaya çalıştığımız teorik-siyasal açılımlar ve asıl komünist toplum teorisine dönük çalışmalarla dünya çapında ve Türkiye’deki büyük sınıf savaşımları ve isyanlarda tohum halinde kendini gösteren yeni pratik deneyimleri ve eğilimleri kaynaştırmaya çalışırdı.

Senfonik müzik orkestrasıyla birlikte metal rock’ı kaynaştıran Metallica konserlerini, üç boyutlu dans, müzikal, tiyatro ve sirki kaynaştıran Circ de Soleil’i (Güneş Sirki) ilk ondan duymuştuk. Dünya çapında politik sanattaki yeni açılımların, yeni denemelerin bir çoğunu ilk ondan duyduk.

Bireşimsel Sanatı Türkiye’de ilk uygulamaya çalışanlardan biri oydu. “Cennetmekan” başlıklı çalışmasının girişine, yaklaşık 20 yıl önce, şunları yazmış:

“Ürün hakkında kısa bilgi: ‘Cennetmekan’, tıpkı önceli ‘Enkaz’ (bir diğer tiyatro çalışması-bn) gibi; bireşimsel sanat yolunda yeni yönelimlere işaret ediyor. Sinema, tiyatro, fotoğraf, resim, heykel, dans vb. alanların belirli modeller üzerinden tek bir üründe organik bir birlik oluşturmak üzere kaynaşmasına yöneliyor. Bireşimsel sanat yolunda bu yönelim, eldeki örnekte görüldüğü gibi, senfonik bir yaklaşımla iç içe geçiyor; bir görsel senfoni oluşturmaya çalışılıyor. İkin örnekten de anlaşılacağı üzere, henüz yolun başında bulunuluyor…

‘Cennetmekan’; iç içe geçen dramatik, trajik ve epik çizgilerden oluşuyor. Dramatik-trajik çizgi, ürün boyunca birikip sıçramalarla gelişirken; epik çizgi, dramatik-trajik çizginin ürün boyunca gelişiminin sonunda, ortaya çıkan bir nitelik olarak oluşuyor. Hep dibe bastırılan acı ve öfke katmanlarının kırılışları, bilinçte yeni bir oluşuma yol açıyor.”

Ağır denge ve hafıza kaybı yaşadığı hastalığının ileri evresinde, kendisinin hastalığını artık hatırlamıyor, ama “hastane” denilince, kapitalist özel ilaç ve tıp şirketlerinin mümessillerini nefretle hatırlıyor ve gördüğü herkese nefretle anlatıyordu. Bu mümessiller, hekim odasının kapısının önünde onlarca kişilik hasta kuyruğu varken, istedikleri hekimin odasına kuyruk filan takmadan çat kapı giriyordu, çay kahvelerini içip işlerini bağlarken bazan yarım saat- bir saat hekim odasında kalma, hasta kuyruklarını bekletme kapitalist ayrıcalığına sahiplerdi. Ali’nin bir kaç kez, ayakta bile zor dururken, bu özel şirket mümessillerinin hastaneden kovulması için kuyrukta bekleyen diğer hastaları harekete geçirmeye çalıştığı oldu, sağlık sisteminin bu asalak şirketlerinden ve mümessillerinden nefreti, sadece ölümcül bir kanser hastası olarak bile kuyrukta beklemek zorunda kalışından değildi, kuyruklarda süründürülen tüm işçi sınıfı sağlığı içindi.

Kendi hastalığı ölüm eşiğine doğru giderken, o bir işçi yoldaşının ona anlatma “gafletinde” bulunduğu işyerinde yaralanan bir işçi arkadaşının durumu için endişeleniyor, işçi yoldaşı her geldiğinde yaralı işçinin durumunu soruyor, kapitalizm ve iş cinayetleri üzerine cümleler kurmaya çalışıyordu. Artık kendi hastalığını bile hatırlayamaz hale geldiği, durmaksızın “bana ne oldu, benim neyim var” diye sorduğu, sayısız kez anlatıldığı halde anında unutup tekrar sorduğu bir evrede, Flormar işçi direnişini, Şili isyanını hatırlıyor, Amerika’daki George Floyd isyanınındaki gelişmeleri soruyordu.

Bilinci tamamen kapanmaya yüz tuttuğu, artık konuşamadığı son haftalarında onun halen hisleriyle anlayıp kendisine büyük bir acı vermesine karşın gülümsemesine yol açan üç şey vardı: Deniz, nehirler, ormanlar, kuşlar, rüzgar ve tabii ki suyun üstüne sıçrayan yunus balıkları (yunus balıklarını özellikle sosyal ve dayanışmacı canlılar olarak çok sever, suyun üstünden gidişlerini ve havaya sıçrayışlarını sınırların parçalanması ve özgürlüğün simgesi olarak görürdü) gibi geniş ve ferah doğa manzaralarının anlatılması, derinlemesine incelemiş olduğu ve sevdiği devrimci politik sanat ürünlerinin anlatılması, ve işçi sınıfının dünyada ve Türkiye’de güncel örgütlenme, direniş ve isyanlarının anlatılması….

Hastalığının son evresine girme belirtileri başladığında, ondan, onu kaygılandırmadan ve işçilerin istediğini söyleyerek, sayısız ajanda ve defterindeki, işçiler, kadınlar, Kürtler, devrimci tutsaklar ve çocuklar için yazmış olduğu sayısız tiyatro oyunu ve diğer siyasal, sendikal ve sanatsal çalışmalarından bir seçki yapmasını, kitap olarak basmak istediğimizi söyledik. Bize “eski çalışmalar işçilere mal olduğu kadarıyla zaten yaşıyordur, üzerlerine imza atmak gerekmez, yeni şeyler yapmak lazım” dedi.

Daha önce hiç bilmediği tel sanatı ve seramik sanatıyla uğraştı ve politik devrimci sınıf sanatındaki hızlı gelişim ve yaratıcılığını sıfırdan yeni öğrenmeye başladığı bu alanda da gösterdi. Tel sanatı ve seramik sanatında da daha önce pek görülmemiş bir şey yaptı: Flormar direnişini, 3. havalimanı işçilerinin direnişini, Fransa’da sarı yelekliler isyanını, “Geçinemiyoruz!” diye kendini yakanları, kıdem tazminatının gaspı tehditine karşı mücadele gibi güncel-yakıcı sınıf savaşımı konularını, kapitalizme karşı sınıf öfkesini ve sosyalist devrimci özgürlüğe olan tutkusunu sanatlaştırdı.

Bazı insanlar, yaşamlarının her evresinde, karşılaştıkları zorluklar ve olanaksızlıklar ne olursa olsun, yaratmak ve geliştirmek için hep yeniden doğarlar; ölümleri de işçi sınıfının bu üretken, yararlı, yaratıcı, savaşımcı, ufka doğru ihtiyaç ve özlem dolu yaşamında yeniden doğumlarının bir parçasıdır. Ali böyle bir komünisttir.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

*